Peygamberimizin(sav) adaleti:
Rebeze’den Medine’ye gelmekte olan Sa’lebe oğullarından bir gurup insan,
şehrin yakınında bir yerde konaklamışlardı. Peygamberimiz ( s.a.s. ) onlarla
karşılaştı ve satın almak istediği bir devenin fiyatını sordu. Pazarlık
yapıldı. Peygamberimiz (s.a.s.) deveyi alarak Medine’ye döndü. Fakat
oradakiler, deveyi satan alanın Hz. Peygamber (s.a.s.) olduğunu bilmiyorlardı.
Parasını almadan deveyi verdikleri için tartışmaya giriştiler. İçlerinden bir
kadın şöyle diyordu: “ Niçin tartışıyorsunuz? Bu kadar paralık alınlı adam hiç
görmedik. Dikkat etmediniz mi? Onun yüzü ayın on dördü gibi parlamaktaydı”
Kadın, bu sözleriyle, deveyi satın alanın kendilerini aldatacak yaratılışta
olmadığını anlatmak istemişti. Aradan çok geçmedi. Hava kararmak üzere idi, bu
sırada bir zat geldi. Bir miktar yiyecekle devenin bedeli olan parayı getirdi
ve “ bunlar Rasulullah (s.a.s.)’in gönderdiğini” söyledi. Topluluk ertesi gün şehre
girdiginde Peygamberimiz (s.a.s.) Mescid’de ashabına nasihat etmekle meşguldü.
Bu esnada Ensar’dan bir zat Salebe Oğullarının geçmişte akrabasından birini
öldürdüklerini, şimdi onlardan birini öldürmesi gerektiğini söyleyince Peygamberimiz
(s.a.s.): “ Hayır bunu yapamazsınız Bir evlat babasının suçu yüzünden
öldürülmez! Buyurdu. Bir defasında da ganimet dağıtılırken taşkın hareketlerde
bulunan birine Peygamberimiz (s.a.s.) “ Sabırlı ol, sıranı bekle!” diye
elindeki ince değneği uzatmış, adamın yüzü hafifçe çizilmişti. Peygamberimiz (s.a.s.)
hemen değneği adamın eline vererek “ İşte yüzüm!” demişse de adam hatasını anlamış
olarak Peygamberimiz (s.a.s.)’den özür dilemiştir.
Hz. Ömer’in adaleti:
Hazreti Ömer (r.a.) hilâfeti zamanında,
400 dirhem paraya muhtaç olmuş ve bu parayı da Abdurrahman b. Avf
hazretlerinden istemişti. Abdurrahman b. Avf hazretleri, Hazreti Ömer'e, para
yerine su telkinde bulundu: — Ya Ömer! Parayı benden mi istiyorsun? Hâlbuki
Beyt'ül Mal senin elindedir... Parayı oradan al, sonra iade edersin... Hayati,
adalet timsali olan hazreti Ömer, Abdurrahman b. Avf hazretlerine su cevabi
verdi: — Ya Abdurrahman! Parayı senden istiyorum... Zira bir emri ilahî
vukuunda veya borcu ödeyememe gibi bir durumda seninle helalleşmek kolay olur.
Ya mirasımdan bir miktar ayırtırım yahut helalleşiriz. Ama ben, bu borçlanmayı
devlet hazinesine yaparsam, bütün Müslümanlarla helalleşmek lâzım gelir ki, bu
da mümkün değildir. O takdirde, ne benim malim onu ödemeye kafi gelir, ne de sevabım,
ahirette beni kurtarır. Bu kadar ağır bir yükün altına girmeye edemedim, ya
Abdurrahman!
Atatürk’ün adaleti:
Birçok kimsenin düşündüklerinin aksine Atatürk'e ve istediklerine muhalif fikir söylemek
kabildi. Hatta samimi olmak şartıyla makbuldü. O'nun her dediğine kavuk
sallayan ekseriye kendi samimiyetlerinden şüphe edenlerdir. Şu hikaye buna ne
güzel bir misaldir.
Atatürk bir Balıkesir seyahatinde kendisine Milli Mücadele'de yakın hizmetler etmiş bir kimsenin müracaatı ile karşılaştı. Bir mevzuda haksız olarak mahkûm olduğunu söyleyerek şikayet etti.
Atatürk:
- "Haklısın, meseleyi ben de biliyorum" dedikten sonra refakatinde bulunan genç bir adliye müfettişini çağırdı. Mevzuu anlattı ve kararın düzeltilmesini istedi.
Müfettiş hikayeyi dinledikten sonra:
"Efendimiz, karar bütün adli sıralardan geçtikten sonra tekemmül etmiş (yetkinleşmiş). Hükmün infazından başka yapılacak kanuni çare yoktur.
Atatürk:
Ama ben söylüyorum bu iş haksızdır. Çünkü ben işin usulünü biliyorum, dedi.
Genç adliye müfettişi ısrar etti:
Efendimizin bu beyanı kanun nazarında bir değişiklik yapamaz. Adliye vekaletinin de bir şey yapmasına imkan yoktur.
Ortada soğuk bir hava esti. Şimdi bir fırtına kopacağına hüküm veriliyordu.
Fakat, Atatürk şayanı hayret bir sükunla sordu :
- Peki, bir adli hata olursa kanun bunun tashihini öngörmez mi?
Müfettiş:
- Yeni delille mahkemenin tekrarı istenebilir.
O vakit, Atatürk, müracaat eden zata döndü:
- Beni şahit olarak göster. Onda yeni deliller olduğunu haber aldım diye iddia et. Ben mahkemeye gider ve şahitlik ederim.
Sonra adliye müfettişine döndü:
- Size teşekkür ederim, dedi ve müracaatçıya da.
- Neden bana vaktiyle müracaat etmedin? Zamanında gelir şahitlik ederdim. Beyhude mahkemeleri de kanunu da işgal etmezdin. Her vatandaş, hatta reisicumhur dahi olsa adalete hürmetle mükelleftir.
Atatürk bir Balıkesir seyahatinde kendisine Milli Mücadele'de yakın hizmetler etmiş bir kimsenin müracaatı ile karşılaştı. Bir mevzuda haksız olarak mahkûm olduğunu söyleyerek şikayet etti.
Atatürk:
- "Haklısın, meseleyi ben de biliyorum" dedikten sonra refakatinde bulunan genç bir adliye müfettişini çağırdı. Mevzuu anlattı ve kararın düzeltilmesini istedi.
Müfettiş hikayeyi dinledikten sonra:
"Efendimiz, karar bütün adli sıralardan geçtikten sonra tekemmül etmiş (yetkinleşmiş). Hükmün infazından başka yapılacak kanuni çare yoktur.
Atatürk:
Ama ben söylüyorum bu iş haksızdır. Çünkü ben işin usulünü biliyorum, dedi.
Genç adliye müfettişi ısrar etti:
Efendimizin bu beyanı kanun nazarında bir değişiklik yapamaz. Adliye vekaletinin de bir şey yapmasına imkan yoktur.
Ortada soğuk bir hava esti. Şimdi bir fırtına kopacağına hüküm veriliyordu.
Fakat, Atatürk şayanı hayret bir sükunla sordu :
- Peki, bir adli hata olursa kanun bunun tashihini öngörmez mi?
Müfettiş:
- Yeni delille mahkemenin tekrarı istenebilir.
O vakit, Atatürk, müracaat eden zata döndü:
- Beni şahit olarak göster. Onda yeni deliller olduğunu haber aldım diye iddia et. Ben mahkemeye gider ve şahitlik ederim.
Sonra adliye müfettişine döndü:
- Size teşekkür ederim, dedi ve müracaatçıya da.
- Neden bana vaktiyle müracaat etmedin? Zamanında gelir şahitlik ederdim. Beyhude mahkemeleri de kanunu da işgal etmezdin. Her vatandaş, hatta reisicumhur dahi olsa adalete hürmetle mükelleftir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder