Toplumsal hayat sanılandan çok karmaşıktır.
Toplumda çıkar çatışmaları ve irade uyuşmazlıklarını düzenleme, çoğu kez
yasaklanan veya emredilen bir davranışa belli koşullarda izin verilmesi ile
sağlanmaktadır. Hukuk düzeni, kimi zaman, yasaklanan bir davranışın, belli bazı
koşullar oluştuğunda, yapılmasına izin verilmektedir.
Gerçekten, ceza hukuku düzeni, bir yandan bazı beşeri davranışların yapılmasını veya
yapılmamasını emreden veya yasaklayan normlardan oluşurken, öte yandan belli bazı koşullarda o davranışların yapılmasına veya yapılmamasına izin veren normlardan oluşmaktadır. Böyle olunca, hukukun yasaklanan veya emredilen bir davranışın belli bazı koşullarda yapılmasına veya yapılmamasına aynı değerdeki diğer bir hükmü ile izin vermesinden veya o fiili emretmesinden ötürü, yasaklanan veya emredilen davranışın yapılması, hukukî her hangi bir değer veya menfaatin ihlali sayılmamakta, dolayısıyla fiil her hangi bir suça vücut vermemektedir.
Toplumsal hayatın karmaşıklığından kaynaklanan bu durumlarda, fiille hukuk düzeni arasında bir çatışmanın olmamasının, fiilin hukuka uygun sayılmasının, dolayısıyla bir suça vücut vermemesinin nedeni, genelde ya hukuki menfaatin yokluğu, ya hukuki menfaatin üstünlüğü ya da hukuki menfaatin eşitliği esasına dayandırılmaktadır. Gerçekten, mağdurun rızası söz konusu olduğunda, rızanın geçerli olması kaydıyla, ortada hukuken korunacak bir değer veya menfaat bulunmamaktadır. Bunun dışındaki durumlarda, hukuki değerler veya menfaatler arasında zorunlu olarak ortaya çıkan bir çatışma ile karşı karşıya bulunulduğu gözlenmektedir. Kanunun emrinin veya yetkili merciinin emrinin yerine getirilmesinde ve meşru savunmada fiilin hukuka uygun bulunmasının, dolayısıyla suç sayılmamasının nedeni, bu halde korunan değer veya menfaatin, çatışma içinde bulunan değer veya menfaate göre daha üstün sayılmasıdır. Zaruret halinde ise, fiilin hukuka uygun görülmesinin, dolayısıyla suç sayılmamasın nedeni, bu halde çatışan değer veya menfaatlerin karşılıklı olarak eşit görülmesidir. Kısacası, esasen suç sayılan bir fiil, hukuka uygunluk hallerinde işlendiğinde, ortada toplum bakımından cezalandırılması gereken bir zarar bulunmadığından artık suç da sayılmamaktadır
Doktrinde fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani suç sayılmamasının hukuk düzenindeki etkileri de tartışılmaktadır. Kimi, fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani meşru olmasının etkilerinin, ayırımsız tüm hukuk düzeni bakımından etkili olduğunu, yani hukuka uygun olduğu için ceza hukukunda suç sayılmayan bir fiilin, ör., özel hukukta da hukuka uygun olduğunu, dolayısıyla bir haksız fiil oluşturmadığını kabul etmektedir. Buna karşılık, kimi, hukuka uygunluk hallerinde işlenen fiilin etkisinin sadece ceza hukukunda söz konusu olduğunu ama, ceza hukuku dışında, ör. özel hukukta, fiilin hukuka aykırılık niteliğini koruduğunu, dolayısıyla haksız fiil olma niteliğinin devam ettiğini düşünmektedir. Ceza Kanununa baktığımızda kanun koyucunun bu konuda kafasının karışık olduğu görülmektedir. Hukuka uygunluk nedenleri koyan hükümler, hem kanun tekniği bakımından eksiklikler arz etmektedirler, hem de sonradan yazıldığı ileri sürülen kendi gerekçeleriyle çelişmektedirler. Gerçekten, gerekçelerde, bilinçli olarak uygulama göz ardı edilmiş, ayrıca doktrinde yer etmiş bulunan bize uygun genel anlayışlar yansıtılmaktan kaçınılmış, maalesef esinlenildiği iddia edilen Alman Ceza Kanununa egemen olan düşüncelerin anlaşılması, kavranması ve doğru aktarılması becerisi de gösterilememiştir. Böyle olunca, ceza hukuku düzeninin hukuk düzeni içindeki yerinden, hukuk düzeninin genel sisteminden ve ceza kanununun sistematik yorumundan hareket edersek, kanunun emrinin yerine getirilmesi, yetkili merciiden verilen emrin yerine getirilmesi, mağdurun rızası ve meşru savunmanın katıksız birer hukuka uygunluk nedeni oldukları görülür. Zaruret haine gelince, Kanun, zaruretin çok çeşitli tezahürlerini, bir hukuka uygunluk nedeni olan zaruret hali ile karıştırmış, esinlendiği Alman Ceza hukukundaki çeşitliliği kavrama becerisini gösterememiş, dolayısıyla bu hali kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmek istemiştir. Oysa Alman Ceza Hukukunda, tehlikeden kurtarılacak olan değer, zarara uğratılan değere üstünse veya en azından ona eşitse, bu halde, esasen suç oluşturan fiilin kusurlu olmadığı değil, hukuka uygun olduğu kabul edilmektedir. Madem Alman Ceza Kanunundan esinlenmiştir, Kanun, zaruret halinde, çatışma konumunda bulunan değer veya menfaatten, tehlikeye konmuş olan değer veya menfaatin zarara uğratılan değer veya menfaatin üstün veya en azından ona eşit olmasını istemiştir. Böyle olunca, belirtilen kayıtlar içinde, zaruret halinin bir hukuka uygunluk nedeni olduğunu kabul etmek, kanunun amacına ( ratio legis ) en uygun yorum olacaktır
Hukuka uygunluk nedenleri, suçun unsurlarının üçlü ayırımından yana olanlarda, genelde suçun fiilden veya maddi unsurdan sonra gelen bir unsurunu oluşturduğu; oysa ikili ayırımdan yana olanlarda, fiilin “ menfi şartını“ oluşturduğu, yani fiilin suçun olması için olmaması gereken bir şey olduğu kabul edilmektedir. İster öyle isterse böyle düşünülsün, hukuka uygunluk nedenleri, var olduklarında, failin onu bilip bilmemesinden tamamen bağımsız olarak, fiili suç olmaktan çıkaran objektif / nesnel nedenlerdir. Bu nedenler olduğunda, fiil ta başından itibaren suç olmaz.
Hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşüldüğünde, hatadan failin yararlanacağı kabul edilmektedir. Gerçekten, fail, aslında olmayan bir hukuka uygunluk nedenini, ör. meşru savunma, var sayarak hareket etmişse, varlığı konusunda hataya düşmüş olduğu bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanacaktır. Kanun, hukuka uygunluk nedenlerini her halde fiilin menfi şartı olarak görmüş olduğundan, hukuka uygunluk nedeni üzerindeki hatayı, fiili hata olarak değerlendirmiş ve dolayısıyla hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşme halini, kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmüştür ( m. 30 / 3 ). Eğer hukuka uygunluk nedenleri suçu ortadan kaldıran objektif / nesnel nedenlerse, Kanunun bu düzenlemesinin çelişkili olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Hukuka uygunluk nedenleri, ne mazeret nedenleri de denen kusurluluğu kaldıran nedenlerle, ne de cezalandırılabilme şartıyla karıştırılmalıdır. İster suçun bir unsuru, isterse fiilin menfi şartı sayılsın, hukuka uygunluk nedenleri, araştırılmaları kuramsal olarak kusurluluğa takaddüm eden nedenlerdir. Fiil hukuka uygunsa, artık suç da olmadığından, elbette o fiilin kusurlu olup olmadığına bakılamayacaktır. Böyle olunca, hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerinin kusurluluğu kaldıran nedenlerle hiçbir benzerliği ve ilişkisi bulunmamaktadır. Cezalandırılabilme şartı, diğer iki kategori nedenden farklı olarak, suç ortaya çıktıktan, oluştuktan sonra söz konusu olan, sadece belli koşullarda Devletin ceza verme hakkından vazgeçmesini ifade eden nedenlerdir.
Kanun, aralarında hukuksal ve mantıksal bir bağıntı olmamasına rağmen, İkinci Kısım, İkinci Bölüm “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler“ başlığı altında ve 30 / 3. maddesinde, aynı sözleri tekrar ederek, kavramsal hiç bir değeri olmayan, kanun tekniğine aykırı, toptancı bir düzenlemeye gitmiştir. Bu tür benzer bir düzenlemenin, başka bir kanunda da yer almış olması, ör., İCK. m. 59 ) kuşkusuz yanlışı doğru yapmaz (Mantovani, 221 ).
Hukuka uygunluk nedenleri genel hukuka uygunluk nedenleri, özel hukuka uygunluk nedenleri olarak da ayrılmaktadırlar. Genel hukuka uygunluk nedenleri, Kanunun 24, 25, 26. maddelerinde öngörülmüş olan nedenlerdir. Bunlar bünyesine uygun olmak kaydı ile her suç bakımından söz konusu olabilen nedenlerdir. Özel hukuka uygunluk nedenleri, ör., savunma dokunulmazlığı ( CK. m. 128 ), milletvekili sorumsuzluk ( An. m. 83 ) , vs., nitelikleri tartışmalı olmakla birlikte, sadece bazı suçlar veya bazı durumlar için öngörülmüş bulunan hukuka uygunluk nedenleridir.
Gerçekten, ceza hukuku düzeni, bir yandan bazı beşeri davranışların yapılmasını veya
yapılmamasını emreden veya yasaklayan normlardan oluşurken, öte yandan belli bazı koşullarda o davranışların yapılmasına veya yapılmamasına izin veren normlardan oluşmaktadır. Böyle olunca, hukukun yasaklanan veya emredilen bir davranışın belli bazı koşullarda yapılmasına veya yapılmamasına aynı değerdeki diğer bir hükmü ile izin vermesinden veya o fiili emretmesinden ötürü, yasaklanan veya emredilen davranışın yapılması, hukukî her hangi bir değer veya menfaatin ihlali sayılmamakta, dolayısıyla fiil her hangi bir suça vücut vermemektedir.
Toplumsal hayatın karmaşıklığından kaynaklanan bu durumlarda, fiille hukuk düzeni arasında bir çatışmanın olmamasının, fiilin hukuka uygun sayılmasının, dolayısıyla bir suça vücut vermemesinin nedeni, genelde ya hukuki menfaatin yokluğu, ya hukuki menfaatin üstünlüğü ya da hukuki menfaatin eşitliği esasına dayandırılmaktadır. Gerçekten, mağdurun rızası söz konusu olduğunda, rızanın geçerli olması kaydıyla, ortada hukuken korunacak bir değer veya menfaat bulunmamaktadır. Bunun dışındaki durumlarda, hukuki değerler veya menfaatler arasında zorunlu olarak ortaya çıkan bir çatışma ile karşı karşıya bulunulduğu gözlenmektedir. Kanunun emrinin veya yetkili merciinin emrinin yerine getirilmesinde ve meşru savunmada fiilin hukuka uygun bulunmasının, dolayısıyla suç sayılmamasının nedeni, bu halde korunan değer veya menfaatin, çatışma içinde bulunan değer veya menfaate göre daha üstün sayılmasıdır. Zaruret halinde ise, fiilin hukuka uygun görülmesinin, dolayısıyla suç sayılmamasın nedeni, bu halde çatışan değer veya menfaatlerin karşılıklı olarak eşit görülmesidir. Kısacası, esasen suç sayılan bir fiil, hukuka uygunluk hallerinde işlendiğinde, ortada toplum bakımından cezalandırılması gereken bir zarar bulunmadığından artık suç da sayılmamaktadır
Doktrinde fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani suç sayılmamasının hukuk düzenindeki etkileri de tartışılmaktadır. Kimi, fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani meşru olmasının etkilerinin, ayırımsız tüm hukuk düzeni bakımından etkili olduğunu, yani hukuka uygun olduğu için ceza hukukunda suç sayılmayan bir fiilin, ör., özel hukukta da hukuka uygun olduğunu, dolayısıyla bir haksız fiil oluşturmadığını kabul etmektedir. Buna karşılık, kimi, hukuka uygunluk hallerinde işlenen fiilin etkisinin sadece ceza hukukunda söz konusu olduğunu ama, ceza hukuku dışında, ör. özel hukukta, fiilin hukuka aykırılık niteliğini koruduğunu, dolayısıyla haksız fiil olma niteliğinin devam ettiğini düşünmektedir. Ceza Kanununa baktığımızda kanun koyucunun bu konuda kafasının karışık olduğu görülmektedir. Hukuka uygunluk nedenleri koyan hükümler, hem kanun tekniği bakımından eksiklikler arz etmektedirler, hem de sonradan yazıldığı ileri sürülen kendi gerekçeleriyle çelişmektedirler. Gerçekten, gerekçelerde, bilinçli olarak uygulama göz ardı edilmiş, ayrıca doktrinde yer etmiş bulunan bize uygun genel anlayışlar yansıtılmaktan kaçınılmış, maalesef esinlenildiği iddia edilen Alman Ceza Kanununa egemen olan düşüncelerin anlaşılması, kavranması ve doğru aktarılması becerisi de gösterilememiştir. Böyle olunca, ceza hukuku düzeninin hukuk düzeni içindeki yerinden, hukuk düzeninin genel sisteminden ve ceza kanununun sistematik yorumundan hareket edersek, kanunun emrinin yerine getirilmesi, yetkili merciiden verilen emrin yerine getirilmesi, mağdurun rızası ve meşru savunmanın katıksız birer hukuka uygunluk nedeni oldukları görülür. Zaruret haine gelince, Kanun, zaruretin çok çeşitli tezahürlerini, bir hukuka uygunluk nedeni olan zaruret hali ile karıştırmış, esinlendiği Alman Ceza hukukundaki çeşitliliği kavrama becerisini gösterememiş, dolayısıyla bu hali kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmek istemiştir. Oysa Alman Ceza Hukukunda, tehlikeden kurtarılacak olan değer, zarara uğratılan değere üstünse veya en azından ona eşitse, bu halde, esasen suç oluşturan fiilin kusurlu olmadığı değil, hukuka uygun olduğu kabul edilmektedir. Madem Alman Ceza Kanunundan esinlenmiştir, Kanun, zaruret halinde, çatışma konumunda bulunan değer veya menfaatten, tehlikeye konmuş olan değer veya menfaatin zarara uğratılan değer veya menfaatin üstün veya en azından ona eşit olmasını istemiştir. Böyle olunca, belirtilen kayıtlar içinde, zaruret halinin bir hukuka uygunluk nedeni olduğunu kabul etmek, kanunun amacına ( ratio legis ) en uygun yorum olacaktır
Hukuka uygunluk nedenleri, suçun unsurlarının üçlü ayırımından yana olanlarda, genelde suçun fiilden veya maddi unsurdan sonra gelen bir unsurunu oluşturduğu; oysa ikili ayırımdan yana olanlarda, fiilin “ menfi şartını“ oluşturduğu, yani fiilin suçun olması için olmaması gereken bir şey olduğu kabul edilmektedir. İster öyle isterse böyle düşünülsün, hukuka uygunluk nedenleri, var olduklarında, failin onu bilip bilmemesinden tamamen bağımsız olarak, fiili suç olmaktan çıkaran objektif / nesnel nedenlerdir. Bu nedenler olduğunda, fiil ta başından itibaren suç olmaz.
Hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşüldüğünde, hatadan failin yararlanacağı kabul edilmektedir. Gerçekten, fail, aslında olmayan bir hukuka uygunluk nedenini, ör. meşru savunma, var sayarak hareket etmişse, varlığı konusunda hataya düşmüş olduğu bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanacaktır. Kanun, hukuka uygunluk nedenlerini her halde fiilin menfi şartı olarak görmüş olduğundan, hukuka uygunluk nedeni üzerindeki hatayı, fiili hata olarak değerlendirmiş ve dolayısıyla hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşme halini, kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmüştür ( m. 30 / 3 ). Eğer hukuka uygunluk nedenleri suçu ortadan kaldıran objektif / nesnel nedenlerse, Kanunun bu düzenlemesinin çelişkili olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Hukuka uygunluk nedenleri, ne mazeret nedenleri de denen kusurluluğu kaldıran nedenlerle, ne de cezalandırılabilme şartıyla karıştırılmalıdır. İster suçun bir unsuru, isterse fiilin menfi şartı sayılsın, hukuka uygunluk nedenleri, araştırılmaları kuramsal olarak kusurluluğa takaddüm eden nedenlerdir. Fiil hukuka uygunsa, artık suç da olmadığından, elbette o fiilin kusurlu olup olmadığına bakılamayacaktır. Böyle olunca, hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerinin kusurluluğu kaldıran nedenlerle hiçbir benzerliği ve ilişkisi bulunmamaktadır. Cezalandırılabilme şartı, diğer iki kategori nedenden farklı olarak, suç ortaya çıktıktan, oluştuktan sonra söz konusu olan, sadece belli koşullarda Devletin ceza verme hakkından vazgeçmesini ifade eden nedenlerdir.
Kanun, aralarında hukuksal ve mantıksal bir bağıntı olmamasına rağmen, İkinci Kısım, İkinci Bölüm “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler“ başlığı altında ve 30 / 3. maddesinde, aynı sözleri tekrar ederek, kavramsal hiç bir değeri olmayan, kanun tekniğine aykırı, toptancı bir düzenlemeye gitmiştir. Bu tür benzer bir düzenlemenin, başka bir kanunda da yer almış olması, ör., İCK. m. 59 ) kuşkusuz yanlışı doğru yapmaz (Mantovani, 221 ).
Hukuka uygunluk nedenleri genel hukuka uygunluk nedenleri, özel hukuka uygunluk nedenleri olarak da ayrılmaktadırlar. Genel hukuka uygunluk nedenleri, Kanunun 24, 25, 26. maddelerinde öngörülmüş olan nedenlerdir. Bunlar bünyesine uygun olmak kaydı ile her suç bakımından söz konusu olabilen nedenlerdir. Özel hukuka uygunluk nedenleri, ör., savunma dokunulmazlığı ( CK. m. 128 ), milletvekili sorumsuzluk ( An. m. 83 ) , vs., nitelikleri tartışmalı olmakla birlikte, sadece bazı suçlar veya bazı durumlar için öngörülmüş bulunan hukuka uygunluk nedenleridir.
Kaynak:http://www.abchukuk.com/cezahukuku/hukuka-uygunluk.html
www.tihk.gov.tr/www/files/insan_haklari_kitabi_LOW.pdf
Gerçekten, ceza hukuku düzeni, bir yandan bazı
beşeri davranışların yapılmasını veya
yapılmamasını emreden veya yasaklayan normlardan oluşurken, öte yandan belli bazı koşullarda o davranışların yapılmasına veya yapılmamasına izin veren normlardan oluşmaktadır. Böyle olunca, hukukun yasaklanan veya emredilen bir davranışın belli bazı koşullarda yapılmasına veya yapılmamasına aynı değerdeki diğer bir hükmü ile izin vermesinden veya o fiili emretmesinden ötürü, yasaklanan veya emredilen davranışın yapılması, hukukî her hangi bir değer veya menfaatin ihlali sayılmamakta, dolayısıyla fiil her hangi bir suça vücut vermemektedir.
Toplumsal hayatın karmaşıklığından kaynaklanan bu durumlarda, fiille hukuk düzeni arasında bir çatışmanın olmamasının, fiilin hukuka uygun sayılmasının, dolayısıyla bir suça vücut vermemesinin nedeni, genelde ya hukuki menfaatin yokluğu, ya hukuki menfaatin üstünlüğü ya da hukuki menfaatin eşitliği esasına dayandırılmaktadır. Gerçekten, mağdurun rızası söz konusu olduğunda, rızanın geçerli olması kaydıyla, ortada hukuken korunacak bir değer veya menfaat bulunmamaktadır. Bunun dışındaki durumlarda, hukuki değerler veya menfaatler arasında zorunlu olarak ortaya çıkan bir çatışma ile karşı karşıya bulunulduğu gözlenmektedir. Kanunun emrinin veya yetkili merciinin emrinin yerine getirilmesinde ve meşru savunmada fiilin hukuka uygun bulunmasının, dolayısıyla suç sayılmamasının nedeni, bu halde korunan değer veya menfaatin, çatışma içinde bulunan değer veya menfaate göre daha üstün sayılmasıdır. Zaruret halinde ise, fiilin hukuka uygun görülmesinin, dolayısıyla suç sayılmamasın nedeni, bu halde çatışan değer veya menfaatlerin karşılıklı olarak eşit görülmesidir. Kısacası, esasen suç sayılan bir fiil, hukuka uygunluk hallerinde işlendiğinde, ortada toplum bakımından cezalandırılması gereken bir zarar bulunmadığından artık suç da sayılmamaktadır
Doktrinde fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani suç sayılmamasının hukuk düzenindeki etkileri de tartışılmaktadır. Kimi, fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani meşru olmasının etkilerinin, ayırımsız tüm hukuk düzeni bakımından etkili olduğunu, yani hukuka uygun olduğu için ceza hukukunda suç sayılmayan bir fiilin, ör., özel hukukta da hukuka uygun olduğunu, dolayısıyla bir haksız fiil oluşturmadığını kabul etmektedir. Buna karşılık, kimi, hukuka uygunluk hallerinde işlenen fiilin etkisinin sadece ceza hukukunda söz konusu olduğunu ama, ceza hukuku dışında, ör. özel hukukta, fiilin hukuka aykırılık niteliğini koruduğunu, dolayısıyla haksız fiil olma niteliğinin devam ettiğini düşünmektedir. Ceza Kanununa baktığımızda kanun koyucunun bu konuda kafasının karışık olduğu görülmektedir. Hukuka uygunluk nedenleri koyan hükümler, hem kanun tekniği bakımından eksiklikler arz etmektedirler, hem de sonradan yazıldığı ileri sürülen kendi gerekçeleriyle çelişmektedirler. Gerçekten, gerekçelerde, bilinçli olarak uygulama göz ardı edilmiş, ayrıca doktrinde yer etmiş bulunan bize uygun genel anlayışlar yansıtılmaktan kaçınılmış, maalesef esinlenildiği iddia edilen Alman Ceza Kanununa egemen olan düşüncelerin anlaşılması, kavranması ve doğru aktarılması becerisi de gösterilememiştir. Böyle olunca, ceza hukuku düzeninin hukuk düzeni içindeki yerinden, hukuk düzeninin genel sisteminden ve ceza kanununun sistematik yorumundan hareket edersek, kanunun emrinin yerine getirilmesi, yetkili merciiden verilen emrin yerine getirilmesi, mağdurun rızası ve meşru savunmanın katıksız birer hukuka uygunluk nedeni oldukları görülür. Zaruret haine gelince, Kanun, zaruretin çok çeşitli tezahürlerini, bir hukuka uygunluk nedeni olan zaruret hali ile karıştırmış, esinlendiği Alman Ceza hukukundaki çeşitliliği kavrama becerisini gösterememiş, dolayısıyla bu hali kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmek istemiştir. Oysa Alman Ceza Hukukunda, tehlikeden kurtarılacak olan değer, zarara uğratılan değere üstünse veya en azından ona eşitse, bu halde, esasen suç oluşturan fiilin kusurlu olmadığı değil, hukuka uygun olduğu kabul edilmektedir. Madem Alman Ceza Kanunundan esinlenmiştir, Kanun, zaruret halinde, çatışma konumunda bulunan değer veya menfaatten, tehlikeye konmuş olan değer veya menfaatin zarara uğratılan değer veya menfaatin üstün veya en azından ona eşit olmasını istemiştir. Böyle olunca, belirtilen kayıtlar içinde, zaruret halinin bir hukuka uygunluk nedeni olduğunu kabul etmek, kanunun amacına ( ratio legis ) en uygun yorum olacaktır
Hukuka uygunluk nedenleri, suçun unsurlarının üçlü ayırımından yana olanlarda, genelde suçun fiilden veya maddi unsurdan sonra gelen bir unsurunu oluşturduğu; oysa ikili ayırımdan yana olanlarda, fiilin “ menfi şartını“ oluşturduğu, yani fiilin suçun olması için olmaması gereken bir şey olduğu kabul edilmektedir. İster öyle isterse böyle düşünülsün, hukuka uygunluk nedenleri, var olduklarında, failin onu bilip bilmemesinden tamamen bağımsız olarak, fiili suç olmaktan çıkaran objektif / nesnel nedenlerdir. Bu nedenler olduğunda, fiil ta başından itibaren suç olmaz.
Hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşüldüğünde, hatadan failin yararlanacağı kabul edilmektedir. Gerçekten, fail, aslında olmayan bir hukuka uygunluk nedenini, ör. meşru savunma, var sayarak hareket etmişse, varlığı konusunda hataya düşmüş olduğu bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanacaktır. Kanun, hukuka uygunluk nedenlerini her halde fiilin menfi şartı olarak görmüş olduğundan, hukuka uygunluk nedeni üzerindeki hatayı, fiili hata olarak değerlendirmiş ve dolayısıyla hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşme halini, kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmüştür ( m. 30 / 3 ). Eğer hukuka uygunluk nedenleri suçu ortadan kaldıran objektif / nesnel nedenlerse, Kanunun bu düzenlemesinin çelişkili olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Hukuka uygunluk nedenleri, ne mazeret nedenleri de denen kusurluluğu kaldıran nedenlerle, ne de cezalandırılabilme şartıyla karıştırılmalıdır. İster suçun bir unsuru, isterse fiilin menfi şartı sayılsın, hukuka uygunluk nedenleri, araştırılmaları kuramsal olarak kusurluluğa takaddüm eden nedenlerdir. Fiil hukuka uygunsa, artık suç da olmadığından, elbette o fiilin kusurlu olup olmadığına bakılamayacaktır. Böyle olunca, hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerinin kusurluluğu kaldıran nedenlerle hiçbir benzerliği ve ilişkisi bulunmamaktadır. Cezalandırılabilme şartı, diğer iki kategori nedenden farklı olarak, suç ortaya çıktıktan, oluştuktan sonra söz konusu olan, sadece belli koşullarda Devletin ceza verme hakkından vazgeçmesini ifade eden nedenlerdir.
Kanun, aralarında hukuksal ve mantıksal bir bağıntı olmamasına rağmen, İkinci Kısım, İkinci Bölüm “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler“ başlığı altında ve 30 / 3. maddesinde, aynı sözleri tekrar ederek, kavramsal hiç bir değeri olmayan, kanun tekniğine aykırı, toptancı bir düzenlemeye gitmiştir. Bu tür benzer bir düzenlemenin, başka bir kanunda da yer almış olması, ör., İCK. m. 59 ) kuşkusuz yanlışı doğru yapmaz (Mantovani, 221 ).
Hukuka uygunluk nedenleri genel hukuka uygunluk nedenleri, özel hukuka uygunluk nedenleri olarak da ayrılmaktadırlar. Genel hukuka uygunluk nedenleri, Kanunun 24, 25, 26. maddelerinde öngörülmüş olan nedenlerdir. Bunlar bünyesine uygun olmak kaydı ile her suç bakımından söz konusu olabilen nedenlerdir. Özel hukuka uygunluk nedenleri, ör., savunma dokunulmazlığı ( CK. m. 128 ), milletvekili sorumsuzluk ( An. m. 83 ) , vs., nitelikleri tartışmalı olmakla birlikte, sadece bazı suçlar veya bazı durumlar için öngörülmüş bulunan hukuka uygunluk nedenleridir.
yapılmamasını emreden veya yasaklayan normlardan oluşurken, öte yandan belli bazı koşullarda o davranışların yapılmasına veya yapılmamasına izin veren normlardan oluşmaktadır. Böyle olunca, hukukun yasaklanan veya emredilen bir davranışın belli bazı koşullarda yapılmasına veya yapılmamasına aynı değerdeki diğer bir hükmü ile izin vermesinden veya o fiili emretmesinden ötürü, yasaklanan veya emredilen davranışın yapılması, hukukî her hangi bir değer veya menfaatin ihlali sayılmamakta, dolayısıyla fiil her hangi bir suça vücut vermemektedir.
Toplumsal hayatın karmaşıklığından kaynaklanan bu durumlarda, fiille hukuk düzeni arasında bir çatışmanın olmamasının, fiilin hukuka uygun sayılmasının, dolayısıyla bir suça vücut vermemesinin nedeni, genelde ya hukuki menfaatin yokluğu, ya hukuki menfaatin üstünlüğü ya da hukuki menfaatin eşitliği esasına dayandırılmaktadır. Gerçekten, mağdurun rızası söz konusu olduğunda, rızanın geçerli olması kaydıyla, ortada hukuken korunacak bir değer veya menfaat bulunmamaktadır. Bunun dışındaki durumlarda, hukuki değerler veya menfaatler arasında zorunlu olarak ortaya çıkan bir çatışma ile karşı karşıya bulunulduğu gözlenmektedir. Kanunun emrinin veya yetkili merciinin emrinin yerine getirilmesinde ve meşru savunmada fiilin hukuka uygun bulunmasının, dolayısıyla suç sayılmamasının nedeni, bu halde korunan değer veya menfaatin, çatışma içinde bulunan değer veya menfaate göre daha üstün sayılmasıdır. Zaruret halinde ise, fiilin hukuka uygun görülmesinin, dolayısıyla suç sayılmamasın nedeni, bu halde çatışan değer veya menfaatlerin karşılıklı olarak eşit görülmesidir. Kısacası, esasen suç sayılan bir fiil, hukuka uygunluk hallerinde işlendiğinde, ortada toplum bakımından cezalandırılması gereken bir zarar bulunmadığından artık suç da sayılmamaktadır
Doktrinde fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani suç sayılmamasının hukuk düzenindeki etkileri de tartışılmaktadır. Kimi, fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani meşru olmasının etkilerinin, ayırımsız tüm hukuk düzeni bakımından etkili olduğunu, yani hukuka uygun olduğu için ceza hukukunda suç sayılmayan bir fiilin, ör., özel hukukta da hukuka uygun olduğunu, dolayısıyla bir haksız fiil oluşturmadığını kabul etmektedir. Buna karşılık, kimi, hukuka uygunluk hallerinde işlenen fiilin etkisinin sadece ceza hukukunda söz konusu olduğunu ama, ceza hukuku dışında, ör. özel hukukta, fiilin hukuka aykırılık niteliğini koruduğunu, dolayısıyla haksız fiil olma niteliğinin devam ettiğini düşünmektedir. Ceza Kanununa baktığımızda kanun koyucunun bu konuda kafasının karışık olduğu görülmektedir. Hukuka uygunluk nedenleri koyan hükümler, hem kanun tekniği bakımından eksiklikler arz etmektedirler, hem de sonradan yazıldığı ileri sürülen kendi gerekçeleriyle çelişmektedirler. Gerçekten, gerekçelerde, bilinçli olarak uygulama göz ardı edilmiş, ayrıca doktrinde yer etmiş bulunan bize uygun genel anlayışlar yansıtılmaktan kaçınılmış, maalesef esinlenildiği iddia edilen Alman Ceza Kanununa egemen olan düşüncelerin anlaşılması, kavranması ve doğru aktarılması becerisi de gösterilememiştir. Böyle olunca, ceza hukuku düzeninin hukuk düzeni içindeki yerinden, hukuk düzeninin genel sisteminden ve ceza kanununun sistematik yorumundan hareket edersek, kanunun emrinin yerine getirilmesi, yetkili merciiden verilen emrin yerine getirilmesi, mağdurun rızası ve meşru savunmanın katıksız birer hukuka uygunluk nedeni oldukları görülür. Zaruret haine gelince, Kanun, zaruretin çok çeşitli tezahürlerini, bir hukuka uygunluk nedeni olan zaruret hali ile karıştırmış, esinlendiği Alman Ceza hukukundaki çeşitliliği kavrama becerisini gösterememiş, dolayısıyla bu hali kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmek istemiştir. Oysa Alman Ceza Hukukunda, tehlikeden kurtarılacak olan değer, zarara uğratılan değere üstünse veya en azından ona eşitse, bu halde, esasen suç oluşturan fiilin kusurlu olmadığı değil, hukuka uygun olduğu kabul edilmektedir. Madem Alman Ceza Kanunundan esinlenmiştir, Kanun, zaruret halinde, çatışma konumunda bulunan değer veya menfaatten, tehlikeye konmuş olan değer veya menfaatin zarara uğratılan değer veya menfaatin üstün veya en azından ona eşit olmasını istemiştir. Böyle olunca, belirtilen kayıtlar içinde, zaruret halinin bir hukuka uygunluk nedeni olduğunu kabul etmek, kanunun amacına ( ratio legis ) en uygun yorum olacaktır
Hukuka uygunluk nedenleri, suçun unsurlarının üçlü ayırımından yana olanlarda, genelde suçun fiilden veya maddi unsurdan sonra gelen bir unsurunu oluşturduğu; oysa ikili ayırımdan yana olanlarda, fiilin “ menfi şartını“ oluşturduğu, yani fiilin suçun olması için olmaması gereken bir şey olduğu kabul edilmektedir. İster öyle isterse böyle düşünülsün, hukuka uygunluk nedenleri, var olduklarında, failin onu bilip bilmemesinden tamamen bağımsız olarak, fiili suç olmaktan çıkaran objektif / nesnel nedenlerdir. Bu nedenler olduğunda, fiil ta başından itibaren suç olmaz.
Hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşüldüğünde, hatadan failin yararlanacağı kabul edilmektedir. Gerçekten, fail, aslında olmayan bir hukuka uygunluk nedenini, ör. meşru savunma, var sayarak hareket etmişse, varlığı konusunda hataya düşmüş olduğu bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanacaktır. Kanun, hukuka uygunluk nedenlerini her halde fiilin menfi şartı olarak görmüş olduğundan, hukuka uygunluk nedeni üzerindeki hatayı, fiili hata olarak değerlendirmiş ve dolayısıyla hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşme halini, kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmüştür ( m. 30 / 3 ). Eğer hukuka uygunluk nedenleri suçu ortadan kaldıran objektif / nesnel nedenlerse, Kanunun bu düzenlemesinin çelişkili olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Hukuka uygunluk nedenleri, ne mazeret nedenleri de denen kusurluluğu kaldıran nedenlerle, ne de cezalandırılabilme şartıyla karıştırılmalıdır. İster suçun bir unsuru, isterse fiilin menfi şartı sayılsın, hukuka uygunluk nedenleri, araştırılmaları kuramsal olarak kusurluluğa takaddüm eden nedenlerdir. Fiil hukuka uygunsa, artık suç da olmadığından, elbette o fiilin kusurlu olup olmadığına bakılamayacaktır. Böyle olunca, hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerinin kusurluluğu kaldıran nedenlerle hiçbir benzerliği ve ilişkisi bulunmamaktadır. Cezalandırılabilme şartı, diğer iki kategori nedenden farklı olarak, suç ortaya çıktıktan, oluştuktan sonra söz konusu olan, sadece belli koşullarda Devletin ceza verme hakkından vazgeçmesini ifade eden nedenlerdir.
Kanun, aralarında hukuksal ve mantıksal bir bağıntı olmamasına rağmen, İkinci Kısım, İkinci Bölüm “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler“ başlığı altında ve 30 / 3. maddesinde, aynı sözleri tekrar ederek, kavramsal hiç bir değeri olmayan, kanun tekniğine aykırı, toptancı bir düzenlemeye gitmiştir. Bu tür benzer bir düzenlemenin, başka bir kanunda da yer almış olması, ör., İCK. m. 59 ) kuşkusuz yanlışı doğru yapmaz (Mantovani, 221 ).
Hukuka uygunluk nedenleri genel hukuka uygunluk nedenleri, özel hukuka uygunluk nedenleri olarak da ayrılmaktadırlar. Genel hukuka uygunluk nedenleri, Kanunun 24, 25, 26. maddelerinde öngörülmüş olan nedenlerdir. Bunlar bünyesine uygun olmak kaydı ile her suç bakımından söz konusu olabilen nedenlerdir. Özel hukuka uygunluk nedenleri, ör., savunma dokunulmazlığı ( CK. m. 128 ), milletvekili sorumsuzluk ( An. m. 83 ) , vs., nitelikleri tartışmalı olmakla birlikte, sadece bazı suçlar veya bazı durumlar için öngörülmüş bulunan hukuka uygunluk nedenleridir.
Kaynak:http://www.abchukuk.com/cezahukuku/hukuka-uygunluk.html
www.tihk.gov.tr/www/files/insan_haklari_kitabi_LOW.pdf
Gerçekten, ceza hukuku düzeni, bir yandan bazı
beşeri davranışların yapılmasını veya
yapılmamasını emreden veya yasaklayan normlardan oluşurken, öte yandan belli bazı koşullarda o davranışların yapılmasına veya yapılmamasına izin veren normlardan oluşmaktadır. Böyle olunca, hukukun yasaklanan veya emredilen bir davranışın belli bazı koşullarda yapılmasına veya yapılmamasına aynı değerdeki diğer bir hükmü ile izin vermesinden veya o fiili emretmesinden ötürü, yasaklanan veya emredilen davranışın yapılması, hukukî her hangi bir değer veya menfaatin ihlali sayılmamakta, dolayısıyla fiil her hangi bir suça vücut vermemektedir.
Toplumsal hayatın karmaşıklığından kaynaklanan bu durumlarda, fiille hukuk düzeni arasında bir çatışmanın olmamasının, fiilin hukuka uygun sayılmasının, dolayısıyla bir suça vücut vermemesinin nedeni, genelde ya hukuki menfaatin yokluğu, ya hukuki menfaatin üstünlüğü ya da hukuki menfaatin eşitliği esasına dayandırılmaktadır. Gerçekten, mağdurun rızası söz konusu olduğunda, rızanın geçerli olması kaydıyla, ortada hukuken korunacak bir değer veya menfaat bulunmamaktadır. Bunun dışındaki durumlarda, hukuki değerler veya menfaatler arasında zorunlu olarak ortaya çıkan bir çatışma ile karşı karşıya bulunulduğu gözlenmektedir. Kanunun emrinin veya yetkili merciinin emrinin yerine getirilmesinde ve meşru savunmada fiilin hukuka uygun bulunmasının, dolayısıyla suç sayılmamasının nedeni, bu halde korunan değer veya menfaatin, çatışma içinde bulunan değer veya menfaate göre daha üstün sayılmasıdır. Zaruret halinde ise, fiilin hukuka uygun görülmesinin, dolayısıyla suç sayılmamasın nedeni, bu halde çatışan değer veya menfaatlerin karşılıklı olarak eşit görülmesidir. Kısacası, esasen suç sayılan bir fiil, hukuka uygunluk hallerinde işlendiğinde, ortada toplum bakımından cezalandırılması gereken bir zarar bulunmadığından artık suç da sayılmamaktadır
Doktrinde fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani suç sayılmamasının hukuk düzenindeki etkileri de tartışılmaktadır. Kimi, fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani meşru olmasının etkilerinin, ayırımsız tüm hukuk düzeni bakımından etkili olduğunu, yani hukuka uygun olduğu için ceza hukukunda suç sayılmayan bir fiilin, ör., özel hukukta da hukuka uygun olduğunu, dolayısıyla bir haksız fiil oluşturmadığını kabul etmektedir. Buna karşılık, kimi, hukuka uygunluk hallerinde işlenen fiilin etkisinin sadece ceza hukukunda söz konusu olduğunu ama, ceza hukuku dışında, ör. özel hukukta, fiilin hukuka aykırılık niteliğini koruduğunu, dolayısıyla haksız fiil olma niteliğinin devam ettiğini düşünmektedir. Ceza Kanununa baktığımızda kanun koyucunun bu konuda kafasının karışık olduğu görülmektedir. Hukuka uygunluk nedenleri koyan hükümler, hem kanun tekniği bakımından eksiklikler arz etmektedirler, hem de sonradan yazıldığı ileri sürülen kendi gerekçeleriyle çelişmektedirler. Gerçekten, gerekçelerde, bilinçli olarak uygulama göz ardı edilmiş, ayrıca doktrinde yer etmiş bulunan bize uygun genel anlayışlar yansıtılmaktan kaçınılmış, maalesef esinlenildiği iddia edilen Alman Ceza Kanununa egemen olan düşüncelerin anlaşılması, kavranması ve doğru aktarılması becerisi de gösterilememiştir. Böyle olunca, ceza hukuku düzeninin hukuk düzeni içindeki yerinden, hukuk düzeninin genel sisteminden ve ceza kanununun sistematik yorumundan hareket edersek, kanunun emrinin yerine getirilmesi, yetkili merciiden verilen emrin yerine getirilmesi, mağdurun rızası ve meşru savunmanın katıksız birer hukuka uygunluk nedeni oldukları görülür. Zaruret haine gelince, Kanun, zaruretin çok çeşitli tezahürlerini, bir hukuka uygunluk nedeni olan zaruret hali ile karıştırmış, esinlendiği Alman Ceza hukukundaki çeşitliliği kavrama becerisini gösterememiş, dolayısıyla bu hali kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmek istemiştir. Oysa Alman Ceza Hukukunda, tehlikeden kurtarılacak olan değer, zarara uğratılan değere üstünse veya en azından ona eşitse, bu halde, esasen suç oluşturan fiilin kusurlu olmadığı değil, hukuka uygun olduğu kabul edilmektedir. Madem Alman Ceza Kanunundan esinlenmiştir, Kanun, zaruret halinde, çatışma konumunda bulunan değer veya menfaatten, tehlikeye konmuş olan değer veya menfaatin zarara uğratılan değer veya menfaatin üstün veya en azından ona eşit olmasını istemiştir. Böyle olunca, belirtilen kayıtlar içinde, zaruret halinin bir hukuka uygunluk nedeni olduğunu kabul etmek, kanunun amacına ( ratio legis ) en uygun yorum olacaktır
Hukuka uygunluk nedenleri, suçun unsurlarının üçlü ayırımından yana olanlarda, genelde suçun fiilden veya maddi unsurdan sonra gelen bir unsurunu oluşturduğu; oysa ikili ayırımdan yana olanlarda, fiilin “ menfi şartını“ oluşturduğu, yani fiilin suçun olması için olmaması gereken bir şey olduğu kabul edilmektedir. İster öyle isterse böyle düşünülsün, hukuka uygunluk nedenleri, var olduklarında, failin onu bilip bilmemesinden tamamen bağımsız olarak, fiili suç olmaktan çıkaran objektif / nesnel nedenlerdir. Bu nedenler olduğunda, fiil ta başından itibaren suç olmaz.
Hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşüldüğünde, hatadan failin yararlanacağı kabul edilmektedir. Gerçekten, fail, aslında olmayan bir hukuka uygunluk nedenini, ör. meşru savunma, var sayarak hareket etmişse, varlığı konusunda hataya düşmüş olduğu bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanacaktır. Kanun, hukuka uygunluk nedenlerini her halde fiilin menfi şartı olarak görmüş olduğundan, hukuka uygunluk nedeni üzerindeki hatayı, fiili hata olarak değerlendirmiş ve dolayısıyla hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşme halini, kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmüştür ( m. 30 / 3 ). Eğer hukuka uygunluk nedenleri suçu ortadan kaldıran objektif / nesnel nedenlerse, Kanunun bu düzenlemesinin çelişkili olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Hukuka uygunluk nedenleri, ne mazeret nedenleri de denen kusurluluğu kaldıran nedenlerle, ne de cezalandırılabilme şartıyla karıştırılmalıdır. İster suçun bir unsuru, isterse fiilin menfi şartı sayılsın, hukuka uygunluk nedenleri, araştırılmaları kuramsal olarak kusurluluğa takaddüm eden nedenlerdir. Fiil hukuka uygunsa, artık suç da olmadığından, elbette o fiilin kusurlu olup olmadığına bakılamayacaktır. Böyle olunca, hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerinin kusurluluğu kaldıran nedenlerle hiçbir benzerliği ve ilişkisi bulunmamaktadır. Cezalandırılabilme şartı, diğer iki kategori nedenden farklı olarak, suç ortaya çıktıktan, oluştuktan sonra söz konusu olan, sadece belli koşullarda Devletin ceza verme hakkından vazgeçmesini ifade eden nedenlerdir.
Kanun, aralarında hukuksal ve mantıksal bir bağıntı olmamasına rağmen, İkinci Kısım, İkinci Bölüm “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler“ başlığı altında ve 30 / 3. maddesinde, aynı sözleri tekrar ederek, kavramsal hiç bir değeri olmayan, kanun tekniğine aykırı, toptancı bir düzenlemeye gitmiştir. Bu tür benzer bir düzenlemenin, başka bir kanunda da yer almış olması, ör., İCK. m. 59 ) kuşkusuz yanlışı doğru yapmaz (Mantovani, 221 ).
Hukuka uygunluk nedenleri genel hukuka uygunluk nedenleri, özel hukuka uygunluk nedenleri olarak da ayrılmaktadırlar. Genel hukuka uygunluk nedenleri, Kanunun 24, 25, 26. maddelerinde öngörülmüş olan nedenlerdir. Bunlar bünyesine uygun olmak kaydı ile her suç bakımından söz konusu olabilen nedenlerdir. Özel hukuka uygunluk nedenleri, ör., savunma dokunulmazlığı ( CK. m. 128 ), milletvekili sorumsuzluk ( An. m. 83 ) , vs., nitelikleri tartışmalı olmakla birlikte, sadece bazı suçlar veya bazı durumlar için öngörülmüş bulunan hukuka uygunluk nedenleridir.
yapılmamasını emreden veya yasaklayan normlardan oluşurken, öte yandan belli bazı koşullarda o davranışların yapılmasına veya yapılmamasına izin veren normlardan oluşmaktadır. Böyle olunca, hukukun yasaklanan veya emredilen bir davranışın belli bazı koşullarda yapılmasına veya yapılmamasına aynı değerdeki diğer bir hükmü ile izin vermesinden veya o fiili emretmesinden ötürü, yasaklanan veya emredilen davranışın yapılması, hukukî her hangi bir değer veya menfaatin ihlali sayılmamakta, dolayısıyla fiil her hangi bir suça vücut vermemektedir.
Toplumsal hayatın karmaşıklığından kaynaklanan bu durumlarda, fiille hukuk düzeni arasında bir çatışmanın olmamasının, fiilin hukuka uygun sayılmasının, dolayısıyla bir suça vücut vermemesinin nedeni, genelde ya hukuki menfaatin yokluğu, ya hukuki menfaatin üstünlüğü ya da hukuki menfaatin eşitliği esasına dayandırılmaktadır. Gerçekten, mağdurun rızası söz konusu olduğunda, rızanın geçerli olması kaydıyla, ortada hukuken korunacak bir değer veya menfaat bulunmamaktadır. Bunun dışındaki durumlarda, hukuki değerler veya menfaatler arasında zorunlu olarak ortaya çıkan bir çatışma ile karşı karşıya bulunulduğu gözlenmektedir. Kanunun emrinin veya yetkili merciinin emrinin yerine getirilmesinde ve meşru savunmada fiilin hukuka uygun bulunmasının, dolayısıyla suç sayılmamasının nedeni, bu halde korunan değer veya menfaatin, çatışma içinde bulunan değer veya menfaate göre daha üstün sayılmasıdır. Zaruret halinde ise, fiilin hukuka uygun görülmesinin, dolayısıyla suç sayılmamasın nedeni, bu halde çatışan değer veya menfaatlerin karşılıklı olarak eşit görülmesidir. Kısacası, esasen suç sayılan bir fiil, hukuka uygunluk hallerinde işlendiğinde, ortada toplum bakımından cezalandırılması gereken bir zarar bulunmadığından artık suç da sayılmamaktadır
Doktrinde fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani suç sayılmamasının hukuk düzenindeki etkileri de tartışılmaktadır. Kimi, fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani meşru olmasının etkilerinin, ayırımsız tüm hukuk düzeni bakımından etkili olduğunu, yani hukuka uygun olduğu için ceza hukukunda suç sayılmayan bir fiilin, ör., özel hukukta da hukuka uygun olduğunu, dolayısıyla bir haksız fiil oluşturmadığını kabul etmektedir. Buna karşılık, kimi, hukuka uygunluk hallerinde işlenen fiilin etkisinin sadece ceza hukukunda söz konusu olduğunu ama, ceza hukuku dışında, ör. özel hukukta, fiilin hukuka aykırılık niteliğini koruduğunu, dolayısıyla haksız fiil olma niteliğinin devam ettiğini düşünmektedir. Ceza Kanununa baktığımızda kanun koyucunun bu konuda kafasının karışık olduğu görülmektedir. Hukuka uygunluk nedenleri koyan hükümler, hem kanun tekniği bakımından eksiklikler arz etmektedirler, hem de sonradan yazıldığı ileri sürülen kendi gerekçeleriyle çelişmektedirler. Gerçekten, gerekçelerde, bilinçli olarak uygulama göz ardı edilmiş, ayrıca doktrinde yer etmiş bulunan bize uygun genel anlayışlar yansıtılmaktan kaçınılmış, maalesef esinlenildiği iddia edilen Alman Ceza Kanununa egemen olan düşüncelerin anlaşılması, kavranması ve doğru aktarılması becerisi de gösterilememiştir. Böyle olunca, ceza hukuku düzeninin hukuk düzeni içindeki yerinden, hukuk düzeninin genel sisteminden ve ceza kanununun sistematik yorumundan hareket edersek, kanunun emrinin yerine getirilmesi, yetkili merciiden verilen emrin yerine getirilmesi, mağdurun rızası ve meşru savunmanın katıksız birer hukuka uygunluk nedeni oldukları görülür. Zaruret haine gelince, Kanun, zaruretin çok çeşitli tezahürlerini, bir hukuka uygunluk nedeni olan zaruret hali ile karıştırmış, esinlendiği Alman Ceza hukukundaki çeşitliliği kavrama becerisini gösterememiş, dolayısıyla bu hali kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmek istemiştir. Oysa Alman Ceza Hukukunda, tehlikeden kurtarılacak olan değer, zarara uğratılan değere üstünse veya en azından ona eşitse, bu halde, esasen suç oluşturan fiilin kusurlu olmadığı değil, hukuka uygun olduğu kabul edilmektedir. Madem Alman Ceza Kanunundan esinlenmiştir, Kanun, zaruret halinde, çatışma konumunda bulunan değer veya menfaatten, tehlikeye konmuş olan değer veya menfaatin zarara uğratılan değer veya menfaatin üstün veya en azından ona eşit olmasını istemiştir. Böyle olunca, belirtilen kayıtlar içinde, zaruret halinin bir hukuka uygunluk nedeni olduğunu kabul etmek, kanunun amacına ( ratio legis ) en uygun yorum olacaktır
Hukuka uygunluk nedenleri, suçun unsurlarının üçlü ayırımından yana olanlarda, genelde suçun fiilden veya maddi unsurdan sonra gelen bir unsurunu oluşturduğu; oysa ikili ayırımdan yana olanlarda, fiilin “ menfi şartını“ oluşturduğu, yani fiilin suçun olması için olmaması gereken bir şey olduğu kabul edilmektedir. İster öyle isterse böyle düşünülsün, hukuka uygunluk nedenleri, var olduklarında, failin onu bilip bilmemesinden tamamen bağımsız olarak, fiili suç olmaktan çıkaran objektif / nesnel nedenlerdir. Bu nedenler olduğunda, fiil ta başından itibaren suç olmaz.
Hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşüldüğünde, hatadan failin yararlanacağı kabul edilmektedir. Gerçekten, fail, aslında olmayan bir hukuka uygunluk nedenini, ör. meşru savunma, var sayarak hareket etmişse, varlığı konusunda hataya düşmüş olduğu bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanacaktır. Kanun, hukuka uygunluk nedenlerini her halde fiilin menfi şartı olarak görmüş olduğundan, hukuka uygunluk nedeni üzerindeki hatayı, fiili hata olarak değerlendirmiş ve dolayısıyla hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşme halini, kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmüştür ( m. 30 / 3 ). Eğer hukuka uygunluk nedenleri suçu ortadan kaldıran objektif / nesnel nedenlerse, Kanunun bu düzenlemesinin çelişkili olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Hukuka uygunluk nedenleri, ne mazeret nedenleri de denen kusurluluğu kaldıran nedenlerle, ne de cezalandırılabilme şartıyla karıştırılmalıdır. İster suçun bir unsuru, isterse fiilin menfi şartı sayılsın, hukuka uygunluk nedenleri, araştırılmaları kuramsal olarak kusurluluğa takaddüm eden nedenlerdir. Fiil hukuka uygunsa, artık suç da olmadığından, elbette o fiilin kusurlu olup olmadığına bakılamayacaktır. Böyle olunca, hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerinin kusurluluğu kaldıran nedenlerle hiçbir benzerliği ve ilişkisi bulunmamaktadır. Cezalandırılabilme şartı, diğer iki kategori nedenden farklı olarak, suç ortaya çıktıktan, oluştuktan sonra söz konusu olan, sadece belli koşullarda Devletin ceza verme hakkından vazgeçmesini ifade eden nedenlerdir.
Kanun, aralarında hukuksal ve mantıksal bir bağıntı olmamasına rağmen, İkinci Kısım, İkinci Bölüm “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler“ başlığı altında ve 30 / 3. maddesinde, aynı sözleri tekrar ederek, kavramsal hiç bir değeri olmayan, kanun tekniğine aykırı, toptancı bir düzenlemeye gitmiştir. Bu tür benzer bir düzenlemenin, başka bir kanunda da yer almış olması, ör., İCK. m. 59 ) kuşkusuz yanlışı doğru yapmaz (Mantovani, 221 ).
Hukuka uygunluk nedenleri genel hukuka uygunluk nedenleri, özel hukuka uygunluk nedenleri olarak da ayrılmaktadırlar. Genel hukuka uygunluk nedenleri, Kanunun 24, 25, 26. maddelerinde öngörülmüş olan nedenlerdir. Bunlar bünyesine uygun olmak kaydı ile her suç bakımından söz konusu olabilen nedenlerdir. Özel hukuka uygunluk nedenleri, ör., savunma dokunulmazlığı ( CK. m. 128 ), milletvekili sorumsuzluk ( An. m. 83 ) , vs., nitelikleri tartışmalı olmakla birlikte, sadece bazı suçlar veya bazı durumlar için öngörülmüş bulunan hukuka uygunluk nedenleridir.
Kaynak:http://www.abchukuk.com/cezahukuku/hukuka-uygunluk.html
www.tihk.gov.tr/www/files/insan_haklari_kitabi_LOW.pdf