2 Nisan 2014 Çarşamba

İnsanlar Arasında Hak Hukukun Gözetilmesi

Toplumsal hayat sanılandan çok karmaşıktır. Toplumda çıkar çatışmaları ve irade  uyuşmazlıklarını düzenleme, çoğu kez yasaklanan veya emredilen bir davranışa belli koşullarda izin verilmesi ile sağlanmaktadır. Hukuk düzeni, kimi zaman, yasaklanan bir davranışın, belli bazı koşullar oluştuğunda, yapılmasına izin verilmektedir. 
Gerçekten, ceza hukuku düzeni, bir yandan bazı beşeri  davranışların yapılmasını veya
yapılmamasını emreden veya yasaklayan normlardan oluşurken, öte yandan belli bazı koşullarda  o davranışların yapılmasına veya yapılmamasına izin veren normlardan oluşmaktadır. Böyle olunca, hukukun yasaklanan veya emredilen bir davranışın belli bazı koşullarda yapılmasına veya yapılmamasına aynı değerdeki diğer bir hükmü ile izin vermesinden veya o fiili emretmesinden ötürü, yasaklanan veya emredilen davranışın yapılması, hukukî her hangi bir değer veya menfaatin ihlali sayılmamakta, dolayısıyla fiil her hangi bir  suça vücut vermemektedir.
Toplumsal hayatın karmaşıklığından kaynaklanan bu durumlarda, fiille hukuk düzeni arasında bir çatışmanın olmamasının, fiilin hukuka uygun sayılmasının, dolayısıyla bir suça vücut vermemesinin nedeni,  genelde ya hukuki menfaatin yokluğu, ya hukuki menfaatin üstünlüğü ya da hukuki menfaatin eşitliği esasına dayandırılmaktadır.  Gerçekten, mağdurun rızası söz konusu olduğunda, rızanın geçerli  olması kaydıyla, ortada hukuken korunacak bir değer veya menfaat bulunmamaktadır. Bunun dışındaki durumlarda, hukuki değerler veya menfaatler arasında zorunlu olarak ortaya çıkan bir  çatışma ile karşı karşıya bulunulduğu gözlenmektedir. Kanunun emrinin veya yetkili merciinin emrinin yerine getirilmesinde ve meşru savunmada fiilin hukuka uygun bulunmasının, dolayısıyla suç sayılmamasının nedeni, bu halde korunan değer veya menfaatin, çatışma içinde bulunan değer veya menfaate  göre daha üstün sayılmasıdır. Zaruret halinde ise, fiilin hukuka uygun görülmesinin, dolayısıyla suç sayılmamasın nedeni, bu halde çatışan değer veya menfaatlerin karşılıklı olarak eşit görülmesidir. Kısacası, esasen suç sayılan bir fiil, hukuka uygunluk hallerinde işlendiğinde, ortada toplum bakımından cezalandırılması gereken bir zarar bulunmadığından artık suç da sayılmamaktadır
Doktrinde fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani suç sayılmamasının hukuk düzenindeki etkileri de tartışılmaktadır. Kimi, fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani meşru olmasının etkilerinin, ayırımsız tüm hukuk düzeni bakımından etkili olduğunu, yani hukuka uygun olduğu için ceza hukukunda suç sayılmayan bir fiilin, ör., özel hukukta da hukuka uygun olduğunu, dolayısıyla bir haksız fiil oluşturmadığını  kabul etmektedir. Buna karşılık, kimi, hukuka uygunluk hallerinde işlenen fiilin etkisinin sadece ceza hukukunda söz konusu olduğunu ama,  ceza hukuku dışında, ör. özel hukukta,  fiilin hukuka aykırılık niteliğini koruduğunu, dolayısıyla haksız fiil olma niteliğinin devam ettiğini düşünmektedir. Ceza Kanununa baktığımızda kanun koyucunun bu konuda kafasının karışık olduğu görülmektedir. Hukuka uygunluk nedenleri koyan  hükümler, hem kanun tekniği bakımından eksiklikler arz etmektedirler, hem de sonradan yazıldığı ileri sürülen kendi gerekçeleriyle  çelişmektedirler. Gerçekten, gerekçelerde, bilinçli olarak uygulama göz ardı edilmiş, ayrıca doktrinde yer etmiş bulunan bize uygun genel anlayışlar yansıtılmaktan kaçınılmış, maalesef esinlenildiği iddia edilen Alman Ceza Kanununa egemen olan düşüncelerin anlaşılması, kavranması ve doğru aktarılması becerisi de gösterilememiştir. Böyle olunca, ceza hukuku düzeninin hukuk düzeni içindeki yerinden, hukuk düzeninin genel sisteminden ve ceza kanununun sistematik yorumundan hareket edersek, kanunun emrinin yerine getirilmesi, yetkili merciiden verilen emrin yerine getirilmesi, mağdurun rızası ve meşru savunmanın katıksız birer hukuka uygunluk nedeni oldukları görülür. Zaruret haine gelince, Kanun, zaruretin çok çeşitli tezahürlerini, bir hukuka uygunluk nedeni olan zaruret hali ile karıştırmış, esinlendiği Alman Ceza hukukundaki çeşitliliği kavrama becerisini gösterememiş, dolayısıyla bu hali kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmek istemiştir. Oysa Alman Ceza Hukukunda, tehlikeden kurtarılacak olan değer, zarara uğratılan değere üstünse veya en azından ona eşitse, bu halde,  esasen suç oluşturan fiilin kusurlu olmadığı değil, hukuka uygun olduğu kabul edilmektedir. Madem Alman Ceza Kanunundan esinlenmiştir, Kanun, zaruret halinde, çatışma konumunda bulunan değer veya menfaatten,  tehlikeye konmuş olan değer veya menfaatin zarara uğratılan değer veya menfaatin üstün veya en azından ona eşit olmasını istemiştir. Böyle olunca, belirtilen kayıtlar içinde, zaruret halinin bir hukuka uygunluk nedeni olduğunu kabul etmek, kanunun amacına ( ratio legis ) en uygun yorum olacaktır
Hukuka uygunluk nedenleri,  suçun unsurlarının üçlü ayırımından yana olanlarda, genelde suçun fiilden veya maddi unsurdan sonra gelen bir unsurunu oluşturduğu; oysa ikili ayırımdan yana olanlarda,  fiilin “ menfi şartını“ oluşturduğu, yani fiilin suçun olması için olmaması gereken bir şey olduğu kabul edilmektedir. İster öyle isterse böyle düşünülsün, hukuka uygunluk nedenleri, var olduklarında, failin onu bilip bilmemesinden tamamen bağımsız olarak,  fiili suç olmaktan çıkaran objektif / nesnel nedenlerdir. Bu nedenler olduğunda, fiil ta başından itibaren suç olmaz. 
Hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşüldüğünde, hatadan failin yararlanacağı kabul edilmektedir. Gerçekten, fail, aslında olmayan bir hukuka uygunluk nedenini, ör. meşru savunma, var sayarak hareket etmişse,  varlığı konusunda hataya düşmüş olduğu bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanacaktır. Kanun, hukuka uygunluk nedenlerini her halde fiilin menfi şartı olarak görmüş olduğundan, hukuka uygunluk nedeni üzerindeki hatayı, fiili hata olarak değerlendirmiş ve dolayısıyla hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşme halini, kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmüştür  ( m. 30 / 3 ). Eğer hukuka uygunluk nedenleri suçu ortadan kaldıran objektif / nesnel  nedenlerse, Kanunun bu düzenlemesinin çelişkili olduğunu söylemek yanlış olmaz. 
Hukuka uygunluk nedenleri, ne mazeret nedenleri de denen kusurluluğu kaldıran nedenlerle, ne de cezalandırılabilme şartıyla karıştırılmalıdır. İster suçun bir unsuru, isterse fiilin menfi şartı sayılsın, hukuka uygunluk nedenleri, araştırılmaları kuramsal olarak  kusurluluğa takaddüm eden nedenlerdir. Fiil hukuka uygunsa, artık  suç da olmadığından, elbette o fiilin kusurlu olup olmadığına bakılamayacaktır. Böyle olunca, hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerinin kusurluluğu kaldıran nedenlerle hiçbir benzerliği ve  ilişkisi bulunmamaktadır. Cezalandırılabilme şartı, diğer iki kategori nedenden farklı olarak, suç ortaya çıktıktan, oluştuktan sonra söz konusu olan, sadece belli koşullarda Devletin ceza verme hakkından vazgeçmesini ifade eden nedenlerdir. 
Kanun, aralarında hukuksal ve  mantıksal bir bağıntı olmamasına rağmen, İkinci Kısım, İkinci Bölüm “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler“ başlığı altında ve 30 / 3. maddesinde, aynı sözleri tekrar ederek, kavramsal hiç bir değeri olmayan, kanun tekniğine aykırı, toptancı  bir düzenlemeye gitmiştir. Bu tür benzer bir düzenlemenin, başka bir kanunda da yer almış olması, ör., İCK. m. 59 ) kuşkusuz yanlışı doğru yapmaz (Mantovani, 221 ).
Hukuka uygunluk nedenleri genel hukuka uygunluk nedenleri, özel hukuka uygunluk nedenleri olarak da ayrılmaktadırlar. Genel hukuka uygunluk nedenleri, Kanunun 24, 25, 26. maddelerinde öngörülmüş olan nedenlerdir. Bunlar bünyesine uygun olmak kaydı ile her suç bakımından söz konusu olabilen nedenlerdir. Özel hukuka uygunluk nedenleri, ör., savunma dokunulmazlığı ( CK. m. 128 ), milletvekili sorumsuzluk ( An. m. 83 ) , vs., nitelikleri tartışmalı olmakla birlikte, sadece bazı suçlar veya bazı durumlar için öngörülmüş bulunan hukuka uygunluk nedenleridir.

Kaynak:http://www.abchukuk.com/cezahukuku/hukuka-uygunluk.html
 www.tihk.gov.tr/www/files/insan_haklari_kitabi_LOW.pdf

 Toplumsal hayat sanılandan çok karmaşıktır. Toplumda çıkar çatışmaları ve irade  uyuşmazlıklarını düzenleme, çoğu kez yasaklanan veya emredilen bir davranışa belli koşullarda izin verilmesi ile sağlanmaktadır. Hukuk düzeni, kimi zaman, yasaklanan bir davranışın, belli bazı koşullar oluştuğunda, yapılmasına izin verilmektedir. 
Gerçekten, ceza hukuku düzeni, bir yandan bazı beşeri  davranışların yapılmasını veya
yapılmamasını emreden veya yasaklayan normlardan oluşurken, öte yandan belli bazı koşullarda  o davranışların yapılmasına veya yapılmamasına izin veren normlardan oluşmaktadır. Böyle olunca, hukukun yasaklanan veya emredilen bir davranışın belli bazı koşullarda yapılmasına veya yapılmamasına aynı değerdeki diğer bir hükmü ile izin vermesinden veya o fiili emretmesinden ötürü, yasaklanan veya emredilen davranışın yapılması, hukukî her hangi bir değer veya menfaatin ihlali sayılmamakta, dolayısıyla fiil her hangi bir  suça vücut vermemektedir.
Toplumsal hayatın karmaşıklığından kaynaklanan bu durumlarda, fiille hukuk düzeni arasında bir çatışmanın olmamasının, fiilin hukuka uygun sayılmasının, dolayısıyla bir suça vücut vermemesinin nedeni,  genelde ya hukuki menfaatin yokluğu, ya hukuki menfaatin üstünlüğü ya da hukuki menfaatin eşitliği esasına dayandırılmaktadır.  Gerçekten, mağdurun rızası söz konusu olduğunda, rızanın geçerli  olması kaydıyla, ortada hukuken korunacak bir değer veya menfaat bulunmamaktadır. Bunun dışındaki durumlarda, hukuki değerler veya menfaatler arasında zorunlu olarak ortaya çıkan bir  çatışma ile karşı karşıya bulunulduğu gözlenmektedir. Kanunun emrinin veya yetkili merciinin emrinin yerine getirilmesinde ve meşru savunmada fiilin hukuka uygun bulunmasının, dolayısıyla suç sayılmamasının nedeni, bu halde korunan değer veya menfaatin, çatışma içinde bulunan değer veya menfaate  göre daha üstün sayılmasıdır. Zaruret halinde ise, fiilin hukuka uygun görülmesinin, dolayısıyla suç sayılmamasın nedeni, bu halde çatışan değer veya menfaatlerin karşılıklı olarak eşit görülmesidir. Kısacası, esasen suç sayılan bir fiil, hukuka uygunluk hallerinde işlendiğinde, ortada toplum bakımından cezalandırılması gereken bir zarar bulunmadığından artık suç da sayılmamaktadır
Doktrinde fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani suç sayılmamasının hukuk düzenindeki etkileri de tartışılmaktadır. Kimi, fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani meşru olmasının etkilerinin, ayırımsız tüm hukuk düzeni bakımından etkili olduğunu, yani hukuka uygun olduğu için ceza hukukunda suç sayılmayan bir fiilin, ör., özel hukukta da hukuka uygun olduğunu, dolayısıyla bir haksız fiil oluşturmadığını  kabul etmektedir. Buna karşılık, kimi, hukuka uygunluk hallerinde işlenen fiilin etkisinin sadece ceza hukukunda söz konusu olduğunu ama,  ceza hukuku dışında, ör. özel hukukta,  fiilin hukuka aykırılık niteliğini koruduğunu, dolayısıyla haksız fiil olma niteliğinin devam ettiğini düşünmektedir. Ceza Kanununa baktığımızda kanun koyucunun bu konuda kafasının karışık olduğu görülmektedir. Hukuka uygunluk nedenleri koyan  hükümler, hem kanun tekniği bakımından eksiklikler arz etmektedirler, hem de sonradan yazıldığı ileri sürülen kendi gerekçeleriyle  çelişmektedirler. Gerçekten, gerekçelerde, bilinçli olarak uygulama göz ardı edilmiş, ayrıca doktrinde yer etmiş bulunan bize uygun genel anlayışlar yansıtılmaktan kaçınılmış, maalesef esinlenildiği iddia edilen Alman Ceza Kanununa egemen olan düşüncelerin anlaşılması, kavranması ve doğru aktarılması becerisi de gösterilememiştir. Böyle olunca, ceza hukuku düzeninin hukuk düzeni içindeki yerinden, hukuk düzeninin genel sisteminden ve ceza kanununun sistematik yorumundan hareket edersek, kanunun emrinin yerine getirilmesi, yetkili merciiden verilen emrin yerine getirilmesi, mağdurun rızası ve meşru savunmanın katıksız birer hukuka uygunluk nedeni oldukları görülür. Zaruret haine gelince, Kanun, zaruretin çok çeşitli tezahürlerini, bir hukuka uygunluk nedeni olan zaruret hali ile karıştırmış, esinlendiği Alman Ceza hukukundaki çeşitliliği kavrama becerisini gösterememiş, dolayısıyla bu hali kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmek istemiştir. Oysa Alman Ceza Hukukunda, tehlikeden kurtarılacak olan değer, zarara uğratılan değere üstünse veya en azından ona eşitse, bu halde,  esasen suç oluşturan fiilin kusurlu olmadığı değil, hukuka uygun olduğu kabul edilmektedir. Madem Alman Ceza Kanunundan esinlenmiştir, Kanun, zaruret halinde, çatışma konumunda bulunan değer veya menfaatten,  tehlikeye konmuş olan değer veya menfaatin zarara uğratılan değer veya menfaatin üstün veya en azından ona eşit olmasını istemiştir. Böyle olunca, belirtilen kayıtlar içinde, zaruret halinin bir hukuka uygunluk nedeni olduğunu kabul etmek, kanunun amacına ( ratio legis ) en uygun yorum olacaktır
Hukuka uygunluk nedenleri,  suçun unsurlarının üçlü ayırımından yana olanlarda, genelde suçun fiilden veya maddi unsurdan sonra gelen bir unsurunu oluşturduğu; oysa ikili ayırımdan yana olanlarda,  fiilin “ menfi şartını“ oluşturduğu, yani fiilin suçun olması için olmaması gereken bir şey olduğu kabul edilmektedir. İster öyle isterse böyle düşünülsün, hukuka uygunluk nedenleri, var olduklarında, failin onu bilip bilmemesinden tamamen bağımsız olarak,  fiili suç olmaktan çıkaran objektif / nesnel nedenlerdir. Bu nedenler olduğunda, fiil ta başından itibaren suç olmaz. 
Hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşüldüğünde, hatadan failin yararlanacağı kabul edilmektedir. Gerçekten, fail, aslında olmayan bir hukuka uygunluk nedenini, ör. meşru savunma, var sayarak hareket etmişse,  varlığı konusunda hataya düşmüş olduğu bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanacaktır. Kanun, hukuka uygunluk nedenlerini her halde fiilin menfi şartı olarak görmüş olduğundan, hukuka uygunluk nedeni üzerindeki hatayı, fiili hata olarak değerlendirmiş ve dolayısıyla hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşme halini, kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmüştür  ( m. 30 / 3 ). Eğer hukuka uygunluk nedenleri suçu ortadan kaldıran objektif / nesnel  nedenlerse, Kanunun bu düzenlemesinin çelişkili olduğunu söylemek yanlış olmaz. 
Hukuka uygunluk nedenleri, ne mazeret nedenleri de denen kusurluluğu kaldıran nedenlerle, ne de cezalandırılabilme şartıyla karıştırılmalıdır. İster suçun bir unsuru, isterse fiilin menfi şartı sayılsın, hukuka uygunluk nedenleri, araştırılmaları kuramsal olarak  kusurluluğa takaddüm eden nedenlerdir. Fiil hukuka uygunsa, artık  suç da olmadığından, elbette o fiilin kusurlu olup olmadığına bakılamayacaktır. Böyle olunca, hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerinin kusurluluğu kaldıran nedenlerle hiçbir benzerliği ve  ilişkisi bulunmamaktadır. Cezalandırılabilme şartı, diğer iki kategori nedenden farklı olarak, suç ortaya çıktıktan, oluştuktan sonra söz konusu olan, sadece belli koşullarda Devletin ceza verme hakkından vazgeçmesini ifade eden nedenlerdir. 
Kanun, aralarında hukuksal ve  mantıksal bir bağıntı olmamasına rağmen, İkinci Kısım, İkinci Bölüm “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler“ başlığı altında ve 30 / 3. maddesinde, aynı sözleri tekrar ederek, kavramsal hiç bir değeri olmayan, kanun tekniğine aykırı, toptancı  bir düzenlemeye gitmiştir. Bu tür benzer bir düzenlemenin, başka bir kanunda da yer almış olması, ör., İCK. m. 59 ) kuşkusuz yanlışı doğru yapmaz (Mantovani, 221 ).
Hukuka uygunluk nedenleri genel hukuka uygunluk nedenleri, özel hukuka uygunluk nedenleri olarak da ayrılmaktadırlar. Genel hukuka uygunluk nedenleri, Kanunun 24, 25, 26. maddelerinde öngörülmüş olan nedenlerdir. Bunlar bünyesine uygun olmak kaydı ile her suç bakımından söz konusu olabilen nedenlerdir. Özel hukuka uygunluk nedenleri, ör., savunma dokunulmazlığı ( CK. m. 128 ), milletvekili sorumsuzluk ( An. m. 83 ) , vs., nitelikleri tartışmalı olmakla birlikte, sadece bazı suçlar veya bazı durumlar için öngörülmüş bulunan hukuka uygunluk nedenleridir.

Kaynak:http://www.abchukuk.com/cezahukuku/hukuka-uygunluk.html
 www.tihk.gov.tr/www/files/insan_haklari_kitabi_LOW.pdf
 Toplumsal hayat sanılandan çok karmaşıktır. Toplumda çıkar çatışmaları ve irade  uyuşmazlıklarını düzenleme, çoğu kez yasaklanan veya emredilen bir davranışa belli koşullarda izin verilmesi ile sağlanmaktadır. Hukuk düzeni, kimi zaman, yasaklanan bir davranışın, belli bazı koşullar oluştuğunda, yapılmasına izin verilmektedir. 
Gerçekten, ceza hukuku düzeni, bir yandan bazı beşeri  davranışların yapılmasını veya
yapılmamasını emreden veya yasaklayan normlardan oluşurken, öte yandan belli bazı koşullarda  o davranışların yapılmasına veya yapılmamasına izin veren normlardan oluşmaktadır. Böyle olunca, hukukun yasaklanan veya emredilen bir davranışın belli bazı koşullarda yapılmasına veya yapılmamasına aynı değerdeki diğer bir hükmü ile izin vermesinden veya o fiili emretmesinden ötürü, yasaklanan veya emredilen davranışın yapılması, hukukî her hangi bir değer veya menfaatin ihlali sayılmamakta, dolayısıyla fiil her hangi bir  suça vücut vermemektedir.
Toplumsal hayatın karmaşıklığından kaynaklanan bu durumlarda, fiille hukuk düzeni arasında bir çatışmanın olmamasının, fiilin hukuka uygun sayılmasının, dolayısıyla bir suça vücut vermemesinin nedeni,  genelde ya hukuki menfaatin yokluğu, ya hukuki menfaatin üstünlüğü ya da hukuki menfaatin eşitliği esasına dayandırılmaktadır.  Gerçekten, mağdurun rızası söz konusu olduğunda, rızanın geçerli  olması kaydıyla, ortada hukuken korunacak bir değer veya menfaat bulunmamaktadır. Bunun dışındaki durumlarda, hukuki değerler veya menfaatler arasında zorunlu olarak ortaya çıkan bir  çatışma ile karşı karşıya bulunulduğu gözlenmektedir. Kanunun emrinin veya yetkili merciinin emrinin yerine getirilmesinde ve meşru savunmada fiilin hukuka uygun bulunmasının, dolayısıyla suç sayılmamasının nedeni, bu halde korunan değer veya menfaatin, çatışma içinde bulunan değer veya menfaate  göre daha üstün sayılmasıdır. Zaruret halinde ise, fiilin hukuka uygun görülmesinin, dolayısıyla suç sayılmamasın nedeni, bu halde çatışan değer veya menfaatlerin karşılıklı olarak eşit görülmesidir. Kısacası, esasen suç sayılan bir fiil, hukuka uygunluk hallerinde işlendiğinde, ortada toplum bakımından cezalandırılması gereken bir zarar bulunmadığından artık suç da sayılmamaktadır
Doktrinde fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani suç sayılmamasının hukuk düzenindeki etkileri de tartışılmaktadır. Kimi, fiilin hukuka uygun sayılmasının, yani meşru olmasının etkilerinin, ayırımsız tüm hukuk düzeni bakımından etkili olduğunu, yani hukuka uygun olduğu için ceza hukukunda suç sayılmayan bir fiilin, ör., özel hukukta da hukuka uygun olduğunu, dolayısıyla bir haksız fiil oluşturmadığını  kabul etmektedir. Buna karşılık, kimi, hukuka uygunluk hallerinde işlenen fiilin etkisinin sadece ceza hukukunda söz konusu olduğunu ama,  ceza hukuku dışında, ör. özel hukukta,  fiilin hukuka aykırılık niteliğini koruduğunu, dolayısıyla haksız fiil olma niteliğinin devam ettiğini düşünmektedir. Ceza Kanununa baktığımızda kanun koyucunun bu konuda kafasının karışık olduğu görülmektedir. Hukuka uygunluk nedenleri koyan  hükümler, hem kanun tekniği bakımından eksiklikler arz etmektedirler, hem de sonradan yazıldığı ileri sürülen kendi gerekçeleriyle  çelişmektedirler. Gerçekten, gerekçelerde, bilinçli olarak uygulama göz ardı edilmiş, ayrıca doktrinde yer etmiş bulunan bize uygun genel anlayışlar yansıtılmaktan kaçınılmış, maalesef esinlenildiği iddia edilen Alman Ceza Kanununa egemen olan düşüncelerin anlaşılması, kavranması ve doğru aktarılması becerisi de gösterilememiştir. Böyle olunca, ceza hukuku düzeninin hukuk düzeni içindeki yerinden, hukuk düzeninin genel sisteminden ve ceza kanununun sistematik yorumundan hareket edersek, kanunun emrinin yerine getirilmesi, yetkili merciiden verilen emrin yerine getirilmesi, mağdurun rızası ve meşru savunmanın katıksız birer hukuka uygunluk nedeni oldukları görülür. Zaruret haine gelince, Kanun, zaruretin çok çeşitli tezahürlerini, bir hukuka uygunluk nedeni olan zaruret hali ile karıştırmış, esinlendiği Alman Ceza hukukundaki çeşitliliği kavrama becerisini gösterememiş, dolayısıyla bu hali kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmek istemiştir. Oysa Alman Ceza Hukukunda, tehlikeden kurtarılacak olan değer, zarara uğratılan değere üstünse veya en azından ona eşitse, bu halde,  esasen suç oluşturan fiilin kusurlu olmadığı değil, hukuka uygun olduğu kabul edilmektedir. Madem Alman Ceza Kanunundan esinlenmiştir, Kanun, zaruret halinde, çatışma konumunda bulunan değer veya menfaatten,  tehlikeye konmuş olan değer veya menfaatin zarara uğratılan değer veya menfaatin üstün veya en azından ona eşit olmasını istemiştir. Böyle olunca, belirtilen kayıtlar içinde, zaruret halinin bir hukuka uygunluk nedeni olduğunu kabul etmek, kanunun amacına ( ratio legis ) en uygun yorum olacaktır
Hukuka uygunluk nedenleri,  suçun unsurlarının üçlü ayırımından yana olanlarda, genelde suçun fiilden veya maddi unsurdan sonra gelen bir unsurunu oluşturduğu; oysa ikili ayırımdan yana olanlarda,  fiilin “ menfi şartını“ oluşturduğu, yani fiilin suçun olması için olmaması gereken bir şey olduğu kabul edilmektedir. İster öyle isterse böyle düşünülsün, hukuka uygunluk nedenleri, var olduklarında, failin onu bilip bilmemesinden tamamen bağımsız olarak,  fiili suç olmaktan çıkaran objektif / nesnel nedenlerdir. Bu nedenler olduğunda, fiil ta başından itibaren suç olmaz. 
Hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşüldüğünde, hatadan failin yararlanacağı kabul edilmektedir. Gerçekten, fail, aslında olmayan bir hukuka uygunluk nedenini, ör. meşru savunma, var sayarak hareket etmişse,  varlığı konusunda hataya düşmüş olduğu bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanacaktır. Kanun, hukuka uygunluk nedenlerini her halde fiilin menfi şartı olarak görmüş olduğundan, hukuka uygunluk nedeni üzerindeki hatayı, fiili hata olarak değerlendirmiş ve dolayısıyla hukuka uygunluk nedenleri üzerinde hataya düşme halini, kusurluluğu kaldıran bir neden olarak görmüştür  ( m. 30 / 3 ). Eğer hukuka uygunluk nedenleri suçu ortadan kaldıran objektif / nesnel  nedenlerse, Kanunun bu düzenlemesinin çelişkili olduğunu söylemek yanlış olmaz. 
Hukuka uygunluk nedenleri, ne mazeret nedenleri de denen kusurluluğu kaldıran nedenlerle, ne de cezalandırılabilme şartıyla karıştırılmalıdır. İster suçun bir unsuru, isterse fiilin menfi şartı sayılsın, hukuka uygunluk nedenleri, araştırılmaları kuramsal olarak  kusurluluğa takaddüm eden nedenlerdir. Fiil hukuka uygunsa, artık  suç da olmadığından, elbette o fiilin kusurlu olup olmadığına bakılamayacaktır. Böyle olunca, hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerinin kusurluluğu kaldıran nedenlerle hiçbir benzerliği ve  ilişkisi bulunmamaktadır. Cezalandırılabilme şartı, diğer iki kategori nedenden farklı olarak, suç ortaya çıktıktan, oluştuktan sonra söz konusu olan, sadece belli koşullarda Devletin ceza verme hakkından vazgeçmesini ifade eden nedenlerdir. 
Kanun, aralarında hukuksal ve  mantıksal bir bağıntı olmamasına rağmen, İkinci Kısım, İkinci Bölüm “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler“ başlığı altında ve 30 / 3. maddesinde, aynı sözleri tekrar ederek, kavramsal hiç bir değeri olmayan, kanun tekniğine aykırı, toptancı  bir düzenlemeye gitmiştir. Bu tür benzer bir düzenlemenin, başka bir kanunda da yer almış olması, ör., İCK. m. 59 ) kuşkusuz yanlışı doğru yapmaz (Mantovani, 221 ).
Hukuka uygunluk nedenleri genel hukuka uygunluk nedenleri, özel hukuka uygunluk nedenleri olarak da ayrılmaktadırlar. Genel hukuka uygunluk nedenleri, Kanunun 24, 25, 26. maddelerinde öngörülmüş olan nedenlerdir. Bunlar bünyesine uygun olmak kaydı ile her suç bakımından söz konusu olabilen nedenlerdir. Özel hukuka uygunluk nedenleri, ör., savunma dokunulmazlığı ( CK. m. 128 ), milletvekili sorumsuzluk ( An. m. 83 ) , vs., nitelikleri tartışmalı olmakla birlikte, sadece bazı suçlar veya bazı durumlar için öngörülmüş bulunan hukuka uygunluk nedenleridir.

Kaynak:http://www.abchukuk.com/cezahukuku/hukuka-uygunluk.html
 www.tihk.gov.tr/www/files/insan_haklari_kitabi_LOW.pdf

İnsan Hakları

İnsan hakları, tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlüklere denir. İnsan hakları, ırkdindil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır. Bu hakları kullanmakta herkes eşittir. Diğer yandan insan hakları terimi bir ideali içerir. Bu terimi kullananlar, bu alanda olanı değil, olması gerekeni dile getirirler.
İnsan hakları, tüm insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır. İnsan hakları, her bir bireye bağımsız seçim yapma ve yeteneklerini geliştirme özgürlüğü sağlar. Bu özgürlükler başkalarının haklarına saygılı olmak ve bu hakları çiğnememe zorunluluğu ile dengelenmektedir. Bir başka deyişle, birçok hakkın yanında bir sorumluluk da bulunmaktadır.
İnsan ve insan haklarına ilişkin hassasiyetleri felsefi düzlemde ilk defa dile getiren sofizmdir. İnsan haklarının tarihi binlerce yılı kapsamaktadır ve kaydedilmiş tarih içinde dinsel, kültürel, felsefi ve yasal anlamda gelişmeler göstermiştir. Birçok antik belge, dinler ve felsefe insan haklarıyla ilişkilendirilebilecek çok çeşitli kavramı içermektedir.
Bunlar arasında en çok dikkate değer olanlar; Pers İmparatoru Büyük Kiros tarafından Yeni Babil İmparatorluğunu fethetmesinden sonra üzerinde niyetlerini yazılı olarak açıkladığı MÖ 539 tarihli Kiros SilindiriHintli Büyük Asoka’nın MÖ 272 - MÖ 231 arasında yazılan Asoka Fermanları ve 622’de,MüslümanlarıYahudileri ve Paganları da içine alacak şekilde Yathrib şehrinin (daha sonraki ismi Medine) önde gelen aşiret ve aileleri arasında resmi bir antlaşma olarak Muhammed bin Abdullah tarafından hazırlanan Medine Sözleşmesidir.
1215 tarihli Magna Carta’nın İngiliz hukuk tarihi için ayrı bir önemi olduğu kadar günümüzde uluslararası hukuk ve anayasa hukuku için de önemi büyüktür.

İnsan hakları evrensel bildirisi:

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi (İngilizce: Universal Declaration of Human Rights ya da kısaca UDHR), Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'nun Haziran 1948'de hazırladığı ve birkaç değişiklik yapıldıktan sonra 10 Aralık 1948'de, BM Genel Kurulu'nun Paris'te yapılan oturumunda kabul edilen 30 maddelik bildiridir.
Bildiri, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunca Haziran 1948'de hazırlandı. Yapılan kimi değişikliklerin ardından, 10 Aralık 1948'de Genel Kurulun Paris'te yapılan oturumunda kabul edildi. Oturumda, 6 sosyalist ülke çekimser kaldı. Bildiri, bu ülkeler ile Suudi Arabistan ve Güney Afrika Birliği dışında kalan ülkelerin oylarıyla kabul edildi.
u bildiriyle, yalnızca demokratik anayasalarla tanınan temel medeni ve siyasi haklar değil, ekonomik, toplumsal, kültürel haklar da genel tanımlarla belirli hale gelmiştir. İlk grup haklar arasında, yaşama, özgürlük ve kişi güvenliği gibi haklarla birlikte, keyfi tutuklama, hapis ve sürgünden korunma, bağımsız ve tarafsız mahkemelerde adil ve kamuya açık olarak yargılanma hakkı ile düşünce, vicdan, din, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri bulunur.
Sosyal güvenlik, çalışma, eğitim, toplumun kültürel yaşamına katılma haklarıyla bilimsel ilerlemenin ürünlerinden yararlanma hakkı ise, bildiriyle getirilen yeniliklerdendir. Bu beyannameye göre:
İnsan: Bütün insanlar özgür, onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler. (madde 1)
İnsan haklarının özellikleri:Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da her hangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu Bildiri'de açıklanan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Bundan başka, ister bağımsız ülke uyruğu olsun, isterse bağımlı, özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke uyruğu olsun, bir kişi hakkında, uyruğu bulunduğu devlet ya da ülkenin siyasal, adli ya da uluslararası durumu bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir(madde 2). Ayrıca bu haklar hiçbir şekilde başkalarına ya da kurumlara aktarılamaz.
İnsan Hakları:En başta yaşam ve özgürlük olmak üzere sağlık, eğitim, yiyecek, barınma ve toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine kavuşma; yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma; Barışçıl amaçlar için toplanma ve dernek kurma; evlenme, mal ve mülk edinme; çalışma, işini seçme özgürlüğü; din, vicdan düşünce ve anlatma özgürlüğü hakları İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin temellerini oluşturur.
Maddelerde Kesinlik:Bu Bildiri'nin hiçbir unsuru, içinde açıklanan hak ve özgürlüklerin bir devlet, topluluk ya da bireyce ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir etkinlik ya da girişime hak verir biçimde yorumlanamaz(madde 30)

Hayvan Hakları

Hayvan haklarıhayvanların insancıl muamele görmelerini sağlayan haklar. Özellikle hayvanların tıbbi ve kozmetik deneylerde kullanılması, derisi için öldürülmesi, eğlence için avlanması ve hayvancılık sektöründe uygunsuz alanlarda yetiştirilmesi, hayvan hakkı ihlalleri olarak tanımlanmaktadır.
Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi, 15 Ekim 1978 tarihinde Paris'teki Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Merkezi'nde düzenlenen bir tören ile ilan edildi. Bu metin, 1989 yılında Hayvan Hakları Birliği tarafından tekrar düzenlenerek 1990 yılında UNESCO Genel Direktörü’ ne sunulmuş ve aynı yıl halka açıklanmıştır. Hayvan hakları evrensel bildirgesi 14 maddeden oluşmaktadır. Bu beyannameye göre:
1. Bütün hayvanlar yaşam önünde eşit doğarlar ve aynı var olma hakkına sahiptirler.
2. Bütün hayvanlar saygı görme hakkına sahiptir. Bir hayvan türü olan insan, öbür hayvanları yok edemez. Bu hakkı çiğneyerek onları sömüremez. Bilgilerini hayvanların hizmetine sunmakla görevlidir. Bütün hayvanların insanca gözetilme, bakılma, ve korunma hakları vardır.
3. Hiçbir hayvana kötü davranılamaz, acımasız ve zalimce eylem yapılamaz. Bir hayvanın öldürülmesi zorunlu olursa, bu bir anda, acı çektirmeden ve korkutmadan yapılmalıdır.
4. Yabani türden olan bütün hayvanlar, kendi özel doğal çevrelerinde karada, havada ve suda yaşama ve üretme hakkına sahiptir. Eğitim amaçlı olsa bile özgürlükten yoksun kılmanın her çeşidi bu hakka aykırıdır.
5. Geleneksel olarak insanların çevresinde yaşayan bir türden olan bütün hayvanlar uyumlu bir biçimde türüne özgü yaşam koşulları ve özgürlük içinde yaşama ve üreme hakkına sahiptir.
6. İnsanların yanlarına aldıkları bütün hayvanlar doğal ömür uzunluklarına uygun sürece yaşama hakkına sahiptir. Bir hayvanı terk etmek acımasız ve aşağılık bir davranıştır.
7. Bütün çalışan hayvanlar iş süresi ve yoğunluğunun sınırlandırılması ve güçlerini artırıcı bir beslenme ve dinlenme hakkına sahiptir.
8. Hayvanlara fiziki ya da psikolojik bir acı çektiren deneyler yapmak hayvan haklarına aykırıdır. Tıbbi, bilimsel, ticari ve başkaca biçimlerdeki her türlü deneyler için de durum böyledir.
9. Hayvan beslenmek için yetiştirilmişse de bakılmalı, barındırılmalı, taşınmalı, ölümü de acı çektirmeden ve korkutmadan olmalıdır.
10. Hayvanlardan insanların eğlencesi olsun diye yararlanılamaz, hayvanların seyrettirilmesi ve hayvanlardan yararlanılan gösteriler hayvan onuruna aykırıdır.
11. Zorunluluk olmaksızın bir hayvanın öldürülmesi yaşama karşı suçtur.
12. Çok sayıda yabani hayvanın öldürülmesi demek olan her davranış bir soykırım, yani bir suçtur.
13. Hayvan ölümüne de saygı göstermek gerekir. Hayvanın öldürüldüğü şiddet sahneleri sinema ve televizyonda yasaklanmalıdır.

14. Hayvanları koruma ve savunma kuralları, hükümet düzeyinde temsil olunmalıdır. Hayvan hakları da insan hakları gibi yasayla korunmalıdır

Kaynakhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Hayvan_haklar%C4%B1
http://tr.wikipedia.org/wiki/Hayvan_Haklar%C4%B1_Evrensel_Beyannamesi

T.C Adalet Bakanlığının Görevleri

Adalet bakanlığı yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerini esas alarak, yargı hizmetlerinin adil, hızlı ve etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla; hâkim ve savcılarla ilgili iş ve işlemlerin; adalet, tarafsızlık, doğruluk, dürüstlük, tutarlılık, eşitlik, ehliyet ve liyakat ilkeleri çerçevesinde yürütülmesini temin etmektir.
Adalet Bakanlığının görevleri, 29.03.1984 gün ve 2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 2. maddesinde sayılmıştır. Buna göre Adalet Bakanlığının görevleri:
a) Kanunlarda kurulması öngörülen mahkemeleri açmak ve teşkilatlandırmak, ceza infaz ve ıslah kurumları, icra ve iflas daireleri gibi her derece ve türdeki adalet kurumlarını planlamak, kurmak ve idari görevleri yönünden gözetim ve denetimini yapmak ve geliştirmek,
b) Bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konularında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna teklifte bulunmak,
c) Kamu davasının açılması ile ilgili olarak kanunların Adalet Bakanına verdiği yetkinin kullanılması ile ilgili çalışma ve işlemleri yapmak,
ç) Avukatlık ve Noterlik Kanunlarının Bakanlığa verdiği görevleri yapmak,
d) Adli sicilin tutulması ile ilgili hizmetleri yürütmek,
e) Türk Ticaret Kanunu ile Ticaret Sicili Tüzüğünün Bakanlığa verdiği görevleri yapmak,
f) Adalet hizmetlerine ilişkin konularda, yabancı ülkelerle ilgili işlemleri yerine getirmek,
g) Adalet hizmetleriyle ilgili konularda, gerekli araştırmalar ve hukuki düzenlemeleri yapmak, görüş bildirmek,
ğ) Bakanlıklarca hazırlanan kanun ve kanun hükmünde kararname taslaklarının Bakanlığa gönderilmesinden önce Türk hukuk sistemine ve kanun yapmak tekniğine uygunluğunu incelemek,
h) İlgili mevzuat hükümlerine göre infaz ve ıslah işlerini düzenlemek,
ı) İcra ve İflas daireleri vasıtasıyla, icra ve iflas işlemlerini yürütmek,
i) Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.
Ceza hukuka ile özel (medeni) hukuktaki gelişmeleri izleyerek gerekli kanun tasarılarını hazırlar, genel ceza ve tevkif evleri, iş esası üzerine kurulu, cezaevleri, iş yurtları ve ıslahevleri açar, bunların yönetim şeklini düzenler. Hükümlü ve tutukluların bakılmasını, barındırılmasını, okutulmasını ve çalıştırılmasını sağlar. Ceza mahkemelerinin verdikleri hükümleri kesinleştikten sonra yerine getirir. Avukatlık izin belgesi verir. Noterlikler kurar. Bu iki meslekten olanları denetler. Adli Tıp müessesesi de bu bakanlığa bağlıdır. Adalet bakanlığı merkez örgütünde Hukuk İşleri Genel müdürlüğü, Ceza İşleri Genel müdürlüğü, Ceza ve Tevkif Evleri Genel müdürlüğü ve her bakanlıkta olan daireler bulunmaktadır.

Türkiye'de Adalet ve Hukuk Kültürü

http://www.birikimdergisi.com/Birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=298&dyid=4507&yazi=T%FCrkiye%27de%20%22Adalet%22%20ve%20%22Hukuk%22%20K%FClt%FCr%FC

20 Mart 2014 Perşembe

Adalet ile ilgili Özdeyişler

Bu yazımda  adalet kavramı ile ilgili paylaşımlarda bulunacağım:

Adaletli sultan, yeryüzünde Allah'ın gölgesi ve mızrağıdır. HAZRETİ MUHAMMED
Adalet mülkün temelidir. HZ. ÖMER

Adaletin hakim olduğu yerde silahın yeri yoktur. AMYOT




Görüldüğü gibi adalet hem dini büyüklerimiz tarafından aynı zaman da da devlet büyüklerimiz hem de düşünürler tarafından öneminin büyüklüğü vurgulanmıştır.